BİLİNÇ-FARKINDALIK VE “DÜŞÜŞ” ÜZERİNE
Bilinç bireyde ne şekilde oluşur? Diğer canlıların doğa ile kurduğu özdeşlik ilişkisinde değişmeyen içgüdüsel hareketleri ve birbirleriyle kurdukları iletişim şeklinde ise sessel sinyalizasyondan ibaret kalan davranış formları, aynı yolculuğun benzer basamaklarından geçen insan türünde binlerce yıllık zaman ve mekan deneyimi içinde değişim geçirmiş, doğa ile özdeşlik kırılmış, dil anlatı kazanmıştır. Fenomenlerle girilen her ilişkide birey gördüğü gerçekliği zaman ve mekandan bağımsız parçalar ve zihninde bilinç olarak yeniden kurar. Bilinç geldiği noktayı “dil” ile dışa vurur ve her yeni doğan canlı kendi zamanının ve uzamının diyalektik ilişkilerinde geçmişten gelen dil kazanımları ile maddenin ürünü olan bilince sahip olarak yaşam yolculuğuna başlar.
Peki farkındalık bireyde ne zaman başlar? Zekayı doğuran bilinç, düşünüre göre, her insana aynı şekilde verilmiş ancak bilincin gelişim evreleri her insanda farklı gelişmiştir. Uygarlıkları yaratan, toplumsal ve bireysel gelişim farklılıklarını yaratan da bu değil midir? Varoluşçu psikoterapinin en önemli düşünürlerinden Rollo May’e göre eşsiz bir şekilde insana ait olan farkındalık ile dünyadan gelen tehdit algılanır.” O halde dış dünyadan kişisel dünyamıza gelen tehditler nelerdir?
Egemen olan sermaye sınıfının (günümüzde burjuva sınıfının), üretim ilişkilerinin istediği tarzda devam etmesi için kurduğu sistemin yönetilen halkların (günümüzde proleter sınıfın) çıkarına olmadığını gizlemek için yarattığı bilinçten kurtulmak, devletin baskı aygıtlarının ( yasalar-ordu-mahkemeler-polis ) ve ideolojik aygıtların ( okul-din-aile-medya vs) gerçek işlevinin farkına varacak olan bilinci kurmak nasıl mümkün olur? Malum baskı aygıtlarının doğal olarak bir toplumu bir arada tutacak bağları sağlayamaması karşısında, toplumsal anlamda yaşanan bütün kırgınlıkları ortadan kaldıracak, hakim düzenin değişmezliğini ve bunun ilahi bir iradenin sonucu olduğunu sürekli hatırlatacak ideolojik manipülasyon araçlarına daima ihtiyaç vardır. İdeolojiler tarafından çerçevesi çizilen cemaat toplumu içinde “biz” olmanın iğdiş edilmiş ruhsuz bilincinden sıyrılamadan, yani “ben” bilincini kazanamadan, farkında olmak - çağın insanı olmak- mümkün olabilir mi? Sorgulanmaksızın kabul edilen değerlerle insan yaşam yolculuğunu insana yakışır şekilde tamamlayabilir mi?
Bilinç yüzeydir diyen Nietzsche veya bilinç hiçbir şeydir diyen Freud’un düşünce dünyasında yarattığı sarsıntılar karşısında 21.yy’ın bireyi ideolojilerin yapay imgeler bombardımanı karşısında artık nasıl bir tavır alacak; evren karşısında nasıl bir tavra sahip olmak çağa yakışır bir anlam dünyası yaratmak için gereklidir?
Albert Camus’un 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alarak taçlanan “Düşüş” öyküsü farkındalığı- özbilinci yaşamının kişisel tüm alanlarına taşıyan, sadece bedeninin hazları değil, tüm sinirleriyle tüm damarlarıyla bilincinin giriştiği tüm eylemler ve sözlerin altında yatan gerçek anlamın da farkında olan bir hukukçunun öyküsüdür. Onun meselesi yukarıdaki paragrafta anılan devletin ideolojik manipulasyonu ile hiçbir şekilde ilgili değildir.O zamanın kazanan sınıfına düşmüştür.Onun yaşamı, Rollo May’in farkındalıktan geçilen bilinç hiyerarşik derecelendirmesinin tam tersine, bilinçten farkındalığa giden yani dış dünyadan gelen tehditleri algılamanın bilincinden, bu tehditlerin tehdit edilen olarak öz bilince geçiş aşamasıdır.Ancak eserin tamamına hakim olan fon modern yaşamların çıkışsızlığının bir eleştirisidir; Clamence’ın düşünsel farkındalığı o boyuta gelmese de..
Bir zamanlar Paris’li bir avukat olan Jean Baptiste Clamence tipik bir kent soyludur. Bir gece yaşadığı olay nedeniyle şimdi artık o bir cezaevi yargıcıdır. Hiç tanışmayacağımız 3.bir şahsa anlatır hikayesini. Geçmişteki yaşamı bir yabancı aracılığı ile tüm dürüstlüğü ve yalınlığı ile ortaya dökülür. O tarihlerde sadece soyluların değil, dul ve yetimlerin davalarına da giren, cübbesinin kol yenlerinin harekete geçmesi için müşterisinden kurban kokusunu alması yeterli olan bir avukattır.
“Yüreğim kol yenlerindeydi sanki. gerçekten adalet her akşam benimle yatıyor sanırdınız. Görseydiniz sesimin tonundaki uygunluğa, coşkumdaki gerçekliğe, savunmalarımdaki inandırıcılığa ve sıcaklığa; kendimi tutan öfkeye hayran olurdunuz eminim”
Özellikle suçlu olanların davalarını alan ve onları savunurken nasıl büyük doyumlar elde ettiğini itiraf eden Clamence, kimseden rüşvet almadığını, hiçbir devlet görevlisine dalkavukluk yapmadığını vs bahsederken bu davranışları ile toplumda nasıl büyük bir itibar kazandığını ifade eder.
“Gerçekten de cennet bu değil miydi azizi bayım; doğruları kavrayarak yaşamak?
Clamence karakteri bir hukukçudur; bu mesleği yapmasak dahi tüm yaşamımızın birileri hakkında değerler ortaya koymak yani yargılamak olduğu düşünülürse dizisel yan anlam olarak avukat mesleğinin eserde kapladığı işlev açıktır. Clamence herkes gibi her saat her şeyi yargılar, kendisi de bu yargılamadan doğal olarak kaçamaz. Eserin tamamına hakim olan suç-suçlu-adalet-hukukçu kavramlarına bakış açısı, egemen olan sistemin baskı aygıtlarının kuruluşundaki gizli niyetinin kişisel yarar alanında yeniden ifşasıdır.
Clamence için tüm toplumsal normlar, uyulması gerekli gelenek ve görenekler aslında yapan kişiye statü kazandıran ve doyum sağlayan davranış kalıplarıdır.
“Nezaketten söz edelim.terbiyeli olmak bana gerçekten büyük sevinçler veriyordu.Bazı sabahlar otobüste ya da metroda yerimi, görünürde kime layıksa ona bırakmak,yaşlı bir kadının düşürdüğü bir şeyi yerden alıp iyi bildiğim bir gülümsemeyle ona vermek ya da salt benden daha acelesi olan bir kimseye tuttuğumu taksiyi bırakmak şansına erersem günüm bu yüzden aydınlanıyordu..”
Yüzeyde yaşanan her olgunun çıplak gerçekliğini aşarak derinde görünmeyeni ortaya koyarken, kabul etmek istemeyeceğimiz, dışarıdan görülmesine asla izin veremeyeceğimiz duygularla hareket ettiğimiz iddia etmesi sarsar okuyucuyu. Ölüm karşısında aldığı konum da bu karakterin tipik tezahürüdür.
“Duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi? Bizden yeni ayrılmış dostlarımızın kadar severiz, değil mi?ağızları toprakla dolup hiç konuşmaz olmuş hocalarımıza ne kadar hayranızdır.Saygı o zaman doğal olarak gelir;belki de tüm yaşamları boyunca bizden bekledikleri o saygı!Ama biliyor musunuz niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve daha cömertizdir?Nedeni basittir.Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur da ondan.özgür bırakır bizi onlar…”Barodan tanıdığı bir yargıcın karlı soğuk günde cenazesine katılırken gerçek düşüncesi “ benim o cenazede bulunuşum dikkatleri çekecek ve lehime yorumlanacaktı.”
Clamence hayatımızın her alanında ruhumuzun olumlu olumsuz yükleri olan değerlerle kurduğu ilişkilerin tamamen kendi çıkarcı dünyasına nasıl hizmet ettiğini gösterir. Hiç tanımadığı birisine karşılıksız yardım etmek, bir dostu bir gece aramak, bir kadınla birlikte olmak ve tüm bu ilişkilerde cömert olmak, nazik olmak,yarınlarını düşünmek, kazanacağı itibarı düşünmek..Statüsünü iktidarda tutmak için bol bol ödün vermek.
“Şurası muhakkak ki kendi üzerimdeki uzun araştırmalardan sonra insanın yaratılışındaki o derin çift yönlülüğü gün ışığına çıkardım. o zaman belleğimi kaza kaza, alçakgönüllünün parlamama, küçülmemin yenmeme ve erdemin ezmeme yardım ettiğini anladım. Barışçı yollarla savaş açıyordum ve en sonunda çıkar gütmezlik yolu ile göz diktiğim her şeyi elde ediyordum.”
Ancak bir gün bir an gelir kurduğu bütün dekorlar yıkılır, zihniyet birden farkındalığı başka mecralara taşır. Korunaklı limanları darmadağın olur Clamence’ın. Kendi ikiyüzlülüğünü, gerçek niyetini, yalanlarını herkese anlatmak ister.Artık asıl yapmak istedikleri ile çıkacaktır toplumun karşısına, körlere yardım etmeyi bırak tekmelemeyi, metroda süt bebeklerini tokatlamayı, işçilerin çalıştığı yapı iskeletlerinin altına “pis yoksul” yazmayı düşündüğünü ve bundan alacağı sinsi o büyük hazzı hayal eder.Ve adalet kelimesinin onu nasıl da tuhaf öfkelere düşürdüğünü.
Clamence’ın yaşamındaki değişim Paris’te bir gece yarısı Arts köprüsünden geçerken başlar; tam arkasında duyduğu bir kahkaha! Dönüp arkasına baktığında kimse yoktur. Uzaklaşır oradan ama kahkaha takip eder onu. O kahkahanın sebebi yoktur, hiç bırakmaz peşini. Yine o günlerde yaşadığı bir kavgada ilk defa kendisine kendi düşünüldüğü gibi bakmadığını hisseder toplumun, sarsılır.
Tüm yaşamı boyunca sadece kendini seven ve her eyleminde temelini bu duygu sağlayan kişinin değişmesi kolay mıdır? Meslek değiştirmekle, şehir değiştirmekle kişi istediği düşünsel değişimi sağlayabilir mi? Özellikle modern dünyanın burjuvası her şeyin bilincine erdiği vakit ,yaşamda her zaman saçma ve absürt olanı görüyorsa, gerçek iyileşme nasıl mümkün olacaktır?
"Gerçek hastalık olmadan gerçek iyileşme olmaz" diyen R.May, bireyin kendi varlığını kazanabilmesi için geçmişten getirdiği kendi varlığını tamamen gözden çıkarabilmesi gerekliliğini söyler. Ona göre birey hastalıkla, kaygıyla, acıyla yeni durumunu hazırlayabilmelidir.
“Farkındalık ile dış dünyadan gelen tehdit algılanırken, özbilinç ile kişi kendini tehdit edilen olarak bulur.” Peki ama her zaman yaptıklarımızın farkında olabilir miyiz? Olmalı mıyız? Yıllar sonra evine tekrar dönen müzisyenin eşinin “neden yaptın?” sorusuna :”müzik gibi hiçbir sebebi yok “ yanıtı! Ve İnsan her davranışının özbilincinde olunca düşüş kaçınılmaz oluyorsa yapılması gereken ne?
Dışarıdan dayatılan yaşamların tehdit edici dünyasını algılamanın çok uzağında bir bilinçle, uygarlık basamaklarının hala geri sıralarında yaşayan günümüz insanlık aleminin Albert Camus’nün “Düşüş” eserinde modern dünyanın tipik orta sınıf karakteri Clamance’in temsilinde anlattığı gerçek iyileşme belirtisi gösteren hastalığı idrak etmesi çok güç görünmektedir. " Ne kadar çok orada olursam o kadar az oradaydım" diyen bir yaşam modelinin içinde "yüzümden sorumluyum" diyen Clamence'ı anlamak..
Varlığını yeniden doldurmalar için tamamen boşaltmak! Çırılçıplak bir gerçeklik olarak kendine bakabilmek! Moderniteyi yeniden yeniden sorgulamak ve her daim yüzeyde görünenin altına bakmak! Çağın getirdiği tehlikenin farkında olmak! O kahkahayı duymak!
Ama sakın yaşamın anlamı bir dolmuşun arkasında yazılı sözcüklerde olmasın:”aslında çok da şeyetmemek lazım”