10 Mart 2013

Tolstoy'un Sessizliğinde


Yatağından doğruldu yaşlı  adam.Rüyasını düşündü ve kendi kendine mırıldandı: "ne kadar çok uzağa gitmişim." Çalkantılarla dolu yakın tarih, canlı bir beden gibi abanırken üstüne huzursuzdu.

 Bu günlerin moda deyimle :"başını yastığa koyduğu zaman rahatlıkla  uyuyabilme"yi temiz ahlak göstergesi sayarak  dostlarına anlatan  meselesiz insanlardan  farklı olarak, o  evrensel  etiğin temsilcisi olarak daima huzursuzdu..

Lev Tolstoy'du o!

Bembeyaz entarisi ve bembeyaz sakalı ile mum ışığının silüetinde, sanki  başka alemlerde gezinen  bir hayal gibi  masasına gider.Son yazdığı yazılarını tekrar gözden geçirir.Mürekkep hokkasına batırdığı kamış kalemle bir paragrafıın üstüne kocaman bir çarpı atarken tekrar mırıldanır: "yararsız şeyler!"

Herşeyin sadece duygulara yönelik olarak tasarlandığı, düşünsel temeli ve dolayısıyla meselesi olmayan tüm sanat eserlerinin kutsandığı hatta onları beğenmenin övünç-zeka belirtisi olarak paylaşıldığı zamanımızdan 150 yıl kadar önce Tolstoy, edebiyatta- sanatta estetik kuramın temelinin gerçeklik olduğunu ve  gerçekliğin de  sınıf savaşımları sebebiyle ortaya çıkan çatışmalar aracılığıyla sunulacağını çok iyi biliyordu."Yararsız" diyerek karaladığı yazıları, yaşamın kendisine yüklediği sorumluluğu aktardığı eserlerinde, daha eşit,daha zengin, daha özgür bir dünyaya ulaşmak için söylemesi gerekenlerin olmadığı yazılardı muhtemelen.

İşlevsellikten uzak, uyduruk karakterlerin cirit attığı, metafiziğin gizli tuzaklarıyla örülü olayların temel ya da alt metin  olduğu öyküler ve  o öykülerle  her geçen gün biraz daha değersizleşen değerler..

Değersizleşen insan yaşamlarının hem sebebi hem sonucu olan anlatılar!

Masanın üstünde duran çocularının toplu çekilmiş küçüklük fotoğrafına bakar.Sonra bakışlarını o fotoğrafın yanında duran ve yine aynı çocuklarının orta yaşa gelmiş toplu fotoğrafına çevirir:" sanki sorgucu bakışlarıyla bana soruyorlar, bütün bunlar ne için?..Değer miydi?..Evet ne için?"

Hiçbir siyasi düşünce, hiç bir ideoloji, varoluşumuz üzerine derin düşünceleri sorgulamadan yararlı bir  eyleme dönüşemez.Tıpkı buna bağlı olarak her gerçek edebiyat, yüklendiği tema ne olursa olsun merkezine aldığı insanı varoluşsal kaygılar taşıyan bir  karakter olarak  yaratmadıktan sonra başarılı bir esere dönüşemeyeceği gibi. Lev Tolstoy'u iki fotoğraf arasında değişen yüzlerin ve yaşların görüntüsü,yaşamı siyasi sorunları da kapsayacak şekilde; ama onların da dışında,insanın çözüm bulamasa da  sormaktan asla vazgeçmeyeceği kaygılara götürüyor: "Bütün bu yaşananlar ne için..Evet ne için?"

Seçilen  konulara yüklenen önermeler, çağının aynası olan sanatçılar için gerçekliğin zorunlu sonucu olan işlevselliği taşımak zorundadır.Ve bu daima özgürlük problemi ile ilgilidir.Özgürlüğün anlatımı,varoluşun gizeminin bunalımını duymayan sanatçıda, ruhu olmayan anlamsız karakterleri doğurur.Bunalımın sanatın doğum sancısı olup olmamadığı tartışıla dursun, "vergimi ödedim,işimi istenildiği gibi yaptım, kimseye bu gün de zarar vermedim ve başımı yastığa koyup huzurla hemen uyudum" diyenlerin yaratacağı eserleri olamayacağı gibi, o yaratım sürecinin zahmetli yollarının nasıl geçlidiği ile ilgili bir derdi de olmayacaktır..Ve tabi ki o eserlerle bir ilgisi de ...

Bir piyeste eşine : "bunalım adam!" diye bağıran kadına, sanatçı eşinin verdiği sakin yanıt, 35 yıl kadar sonra hala  kulaklarımda:"Tanrım sen bizi bunalıma düşmeyen insanlardan koru!"


Tolstoy, yazdığı eski bir hikayeyi hatırlar gecenin bir yarısında. Bir köylüye bilgeler bir kürek verir ve "dilediğin kadar arazi senin, tek yapacağın belli bir zaman içinde küreğinle  araziye işaretler koymak." Deliler gibi koşar köylü, mümkün olan en fazla işareti koyabilmek için araziye..Ve süre biterken yorgunluktan ölür. Daha öncekiler gibi başaramaz o da..Tolstoy yatağına uzanırken gülümser, bir zamanlar ne kadar ucuza bulup arazi almışım, ne büyük aç gözlülük! Ne için? " Karım bana "çocuklarımız için, daha iyi yaşamaları için" diyor."Oysa" der, Tolstoy:"ihtiyacımız olan 2 metrekarelik bir toprak.  Çehov'un sözünü hatırlar : "o artık 2 metrekarelik toprağı olan bir cesetti. Oysa  insan dünyayı ister."

Ekim devriminin öncesinde Çarlık  Rusya'sında sınıfsal çatışmaların tohumlarını, aristokrat sınıfın umarsızlıklarını, çarın, egemenlerin  iktidarını, militarizmi, köylülerin yoksulluğunu bir bilgenin gözünden, onun çırpınışlarından izliyoruz.

Tolstoy bir dönem okul açmak istediğini söylüyor.Bunun o rejim altında iznini almasının imkansızlığını hatırlarken  yatağında iç sesiyle şöyle devam eder: "çocuklar..Onları hurafelerden uzak tutup,aydınlığa ve bilgiye kavuşturmak istemiştim.Neden insanlar öğretmenlik yapmak ister? Karne yazmak için mi? Hayır; araştırma yapmak için! Tolstoy yatağında hiç tanımadığı çocukların yazgısı için üzülürken, 48 yıllık eşi o dakikalarda yatağında refah içinde yaşayan çocuklarının geleceğini düşünerek kaygılanmaya devam etmektedir.

 Tolstoy'un kitaplarından gelen yüksek gelirle yaşayan büyük ailesi,  her zamanki gibi ihtişamlı sofralarında birgün bir  aristokratı ağırlar.Tolstoy, masadakilere geçmişte yaşadığı bir olayı anlatır.Çarın askerleri, Tolstoy'un karısının isteği üzerine, arazilerinde başkaldıran köylüler için eve  gelir.Tolstoy bir askere kemerindeki satırla ekmek mi keseceğini, sorar.Asker:"hayır tabi ki köylüler için" der. Tolstoy,:"sana ekmek veren köylüyü mü keseceksin" deyince, asker:"bu benim işim, gerekirse keserim" der.Tolstoy ona "daha iyi bir iş bulamadın mı" diye sorar ve ekler: "vicdanın buna izin verecek mi?" Asker:"rahatsız olsam da yaparım, bu işim" der.Asker, 30 ruble maaş aldığını, eski işinde  16 Rubleden daha fazla alamadığını, söyler. Tolstoy gülerek masadakiler döner:" bu bizi çevreleyen dünya hakkında çok şey görmemizi ve bilmemizi sağlar"...Sözcüklerin sadeliğinde kaotik dünyanın ne doğru açıklamalarıdır bunlar...Ve masadaki misafir daha fazla gerçekleri duymak istemez, kalkar ve gider.

Bir gece evde dinlenen piyano resitalinden sonra Tolstoy yine sözü alır:"Sanatın anlamsız olduğunu düşünmek büyük bir hata olur.Çünkü sanatın gerilemesi uygarlığın gerilemesinin ilk işaretidir.Eğer büyük amaçlar varsa o amaçlar uğruna yüksek sanat yaratılır.Eğer bu gün olduğu gibi yüce amaçlar yoksa, sanat da yok olur.Sadece oyun oynanır,sesli oyunlar, sözlü oyunlar, görüntülü oyunlar.."..

Tolstoy, düzenlerin  erozyana uğrattığı bilinçlerin neden yüksek sanat eserleri veremediğini  ifade eder. İmkanı olup da  nitelikli müzik dinlemeye, roman okumaya ( bu gün sinema izlemeye)  vakti olmayan insanların, bunun kendi tercihlerinin sonucu olduğu yanılsamasında olduklarının  altını çizer.Bu sözler aynı zamanda yaşadığımız dünyada, çoğunluğa gerçek yaşamı anlamlandırmaları için gerekli   sınıf bilincine sahip olmalarını   sağlayacak eserleri izlemelerinin, okumalarının ve dinlemelerinin , yine muktedirlerin çıkarları  tarafından  çizilen roller içinde, kendiliğinden verili olmadığının ifadeleridir.Çaba göstermeden ulaşılamayan sanat!


Hayattan korktuğunu, bu yüzden ondan uzak durmaya çalıştığını, ne istediğini tam bilmediğini söyleyecek kadar dürüst bir deha. Ve  yine de  hayattan birşeyler beklediğini itiraf ederken, hayat hakkında kafası karışık olmayan tehlikeli karakterle dolu bir dünyanın karanlığının göstereni olan Tolstoy.

"İncil (dinler) herkesin anlayacağı bir şekilde yoksulluğa karşı tutumların herşeyin temeli olduğunu söyler.Eğer çıplak birini giydirmişseniz, aç birini doyurmuşsanız, hapisteki birini ziyaret etmişseniz der Tanrı, beni giydirmiş, beni doyurmuş, beni ziyaret etmişsiniz, demektir!" Ve dinin bu yanını bu sözlerle vurgulayan Tolstoy bir başka sahnede "tarihte din adına ne kadar çok kan döküldüğünü, suç işlendiğini" söyler..Masada kendisini rahatsız olarak dinleyen ailesine gülerek:"ama bunların doğru olduğunu biliyorsunuz,der.Doğru olan bilinse de, inkar eden zihniyetlerle kaplı bir dünya! Onun din hakkındaki çalışmaları, kilise tarafından aforoz edilmesi ile sonuçlanacaktı..Din asla sorgucu istemezdi..

Sergei Gerasimov tarafından senaryosu yazılıp yönetilen 1985 yapımı bir film olan " Lev Tolstoy", dünyanın en tanınmış yazarlarından olan Tolstoy'un  günlüklerinden yola çıkarak yaşamının son çeyreğini yansıtıyor.Yaşadığı düşünsel buhranlar sonucu kitaplardan elde edilecek gelirini matbaacı arkadaşı aracılığıyla yazarlara, şairlere yani halkına bırakıp, ailesini terk ederek yollara düşen Lev Tolstoy'un bir tren istasyonunda son bulan yaşamı..

Bir zaman makinesine binip 19.yy'ın son çeyreğine, 20.yy'ın başlarına Tolstoy'un yanına gidiyoruz.Bir deha ile, sanki bir peygamber ile beraber geziyoruz. Her sözü , her eylemi ile bize yaşamın anlamını bir kere daha hatırlatıyor. 2 metrekarelik toprağa ulaşmadan bu dünyada yaratacağımız güzellikleri, paylaşacağımız değerleri gösteriyor..Sanki "yaşamak ne güzel bir mücadele, aksi halde ne kadar tatsız ve kuru" dedirtiyor.

Gerçek sanat eserleri ile karşılaşan kişi, onun getirdiği arınmayı tüm benliğinde hisseder.

Geride kalan sanatçıların yarattığı büyük  sessizliktir.

Bize her zamanki gibi o sessiz anlarda  "düşünmek" kalıyor..