14 Haziran 2012

YAŞAMI ÖLÜMLE ANLAMLANDIRMAK:VERA DRAKE



Vera Drake ağlar.

Olay ortaya çıktığı andan itibaren  sürekli göz yaşı döker:"ben kızlara yardım ettim"der.

Londra'da  bir iyilik meleği Vera Drake.Ailesiyle zor şartlar altında yaşamını idame ettirdiği halde , yüzünün asık olduğunu hiç gören olmamıştır. Neredeyse kürtaj eylemleri dışında gördüğümüz sahnelerde, sanki Adile Naşit gibi, bir parça annelerimize benziyor. Üstelik kürtaj yaparken de zor durumda kalan hemcinslerinden para almıyor, arada komisyon alan kişiden de haberi yok... Her şey iç huzuru ile devam eder, ta ki her zaman sorun yaratmayan  ilkel yöntem bu defa  işe yaramayıp, hastanın kanı bir türlü durdurulamayıncaya kadar... Olay ortaya çıkar.Vera'nın onlarca kadına kürtaj yaptığı da...

Beden bütünlüğüne yönelik şiddet kapsamında tutuklanır.

Vera Drake bir yandan karakolda ağlarken, bir yandan da  hamile  kadının ölmediğine şükreder. Davaya bakan Hakim, belki de meslek hayatının en zor kararlarından birini verir...

:Kürtaj hak mıdır, yoksa cinayet mi ?


Düşünce ile yaklaşalım...Uyandırdığı çağrışımları yazıya serbestçe dökelim...Çözümsüz de olsa.

İnsanoğlu , doğanın yasalarını keşfederek girdiği uygarlık yolunda, o yasaların temelinde yatan diyalektiği, toplumsal  ilişkilere de   uygulayarak, edindiği bilgilerin rehberliğinde  anlamlı bir yaşam sürer. Ve bu yolda,  istemeden başına gelen doğumu ile  istemeden başına gelecek  ölümü arasında geçen yaşamının ve seçimlerinin,  iradesi dahilinde olup olmadığı, daima esas sorunu olacaktır.

Felsefe, bilim, din ve sanat ise,  insanın bu "nasıl yaşamalı?" sorunu için, çoğu kez yeterli yanıt veremeseler de kimi zaman biri, kimi zaman bir diğeri, kendi çağının özgürlük peşinde yaşamını anlamlandıran insanına duymak istediklerini söyleyecek, görmek istediklerini gösterecektir.

İdeolojilerin asla güdüleyemediği tek arzu çeşidi olan:"nefes alıp vermek", yani "yaşamak isteği"  hemen ardından "nasıl yaşamalı" sorununu getiriyor. Ancak bu soru 2.500 yıldır düşünürleri meşgul ede dursun, bizim kişisel dünyamızda çetrefilliğini yitirerek: "en iyi ben biliyorum nasıl yaşanacağını, diğerleri yanılıyor" kolaylığında   yanıtlanıverir çoğu zaman. Oysa nasıl yaşadığımıza veya nasıl yaşamak istediğimize dair bizden habersiz ideolojik kanallar oluşturulmuş, piyasa şartlarıyla yönlendirilmişizdir: Evlilik, çocuk, tatil, başka yemek, başka kıyafet, başka iş, başka araba, başka ülke vs vs 

Arzular farkında bile olmadan bakarız ki bir gecede bilinçaltımızdan, bilincimize çıkıvermişlerdir.

Nasıl yaşamalı? Biz hangi basamaklardan geçerken bu sorunun yanıtı farkında olmadan değişir yaşantılarımızda?


Hepimiz biliriz , İktidar mücadelesi sadece savaş alanlarında değil, kapitalizmin itaatkar kitleleri yaratma sürecinde, arzuları yönlendiren kültür hizmetlerinde, çevre hizmetlerinde ve konumuzun ayrılmaz boyutu olan cinselliği algılama ve yaşama biçiminde de ortaya çıkar. L. Alhusser'in ortaya attığı "Devletin ideolojik Aygıtları" kuramı ve A.Gramsci'nin, B.Brecht'in ,W.Benjamin'in de araştırmalarında  ileri sürdüğü birbirine yakın sonuçlar, egemenlerin sınıflar arasındaki çelişkileri uzlaşmaya dönüştürme mücadelesinde, bağımlı kesimlerin toplumsal, ekonomik ve kültürel düzene sürekli olarak kazandırılması gerekliliğidir.Sermaye elinin altında tuttuğu yasalar-silah kullanma tekeli-ideolojik manipülasyon araçları ( reklam,film,basın vb ) ile alışkanlıklar, değerler, adetler yaratır.Kilise,cami, ordu,okul ile bu değerler pekiştirilir, kızgınlıklar hafifletilir,çatışmalar uzlaşmaya döndürülür Aile de, bu değerlerin en fazla taşındığı, bireylere geçirildiği kurumların başında gelir.

Ailenin veya toplumu oluşturan bireylerin özgür ve sağlıklı kararlar alarak gelişimi, egemenlerin çıkarına ters düştüğü anda, kınamadan başlayan, günah denilerek  devam edilen, o da engel olmazsa mutlaka suç kabul edilerek düzenlenen  yaptırımlarla engellenir.Bir kadının kürtaj kararı almasında olduğu gibi...

Egemenlerin dayandığı  ideolojiler bu  genel amaca  bağlı olarak ayrıca  kadında, hiç istemese de zamanı değil dese de, bebek yapma arzusunu oluşturarak, onu  tüketim toplumunda satışa sunduğu malların sürekli alıcısı yapmak, kişisel gelişimini  bulandırarak sistemin ürünü bir varlığa dönüştürmek  için  her gün binlerce sözlü, yazılı ve görüntüsel imgeyi reklamlarına, haberlerine, dizilerine gizli ya da açık koyar.

Peki bir kadın habersizce geliveren bebeğe arzularında yer vermediyse.Henüz gerçekleşmeyen düşlerinin peşinde giderken ona bu koşuda büyük engel olacağına inandığı bebeği istemiyorsa?

Raslantılar dışında kalan, yani  istenilen ölümler: İntihar ve kürtaj ? Bunlar hiç arzulanmaz mı? Bu arzular ideolojilerin kar alanı dışında mı?

"İntihar" A. Camus'a göre felsefenin ilk cidi sorusu ise, ikinci ciddi sorusu da "Kürtaj" olmalıdır, diye düşünüyorum.Aradaki fark, özne ile nesnenin ikincisinde  aynı kişi olmamasıdır.Ve bu iki kavram diğer kavramlar gibi düşüncenin yoğun yaşanmadığı topraklarda çıkara dayalı sığ politikaların gölgesinde, yüzeysel  tartışmaları aşamaz.Amaçlanan her daim, bu tartışmadan kimin daha karlı çıkacağı olunca, insan hayatı  gene değerler sıralamasında altta kalır

İntihar  kararı, kararı verenlerin her biri için  milyonlarca farklı saik  taşısa da, en geniş çerçevede. "yaşamın anlamını bulamamak" olarak okunabilir. Sorun,"intihar günahtır, doğrudan cehenneme gidersin, yapma sakın, denilerek" manevi müeyyide ile  çözümlenir görünür.
İntihar sebebini asla tam olarak   anlamlandıramayan yüzeysel düşünce, ona  "günah" dan  başka ne diyebilirdi  ki?

 Kürtaj olgusunda ise kadının, karnında taşıdığı bebeğin yaşamında istediği  şekilde annelik  yapamayacağı,  ideal bir  gelecek sağlayamayacağı  çerçevesinde karar verdiği düşünülebilinir.

Peki ama bir kadın, ne zamandan sonra cenin  adına hayatın anlamlı olup olamayacağına karar veremez?

"Bilinç maddenin en gelişmiş  ürünüdür, der" hala aşılamayan felsefi düşüncenin dehası olan filozof ve devam eder:"Madde, bilinci belirler." Doğmamış bir çocuğun bilinci, maddi evren ile karşılaşmadığı, kültürel evrene dahil olmadığı için oluşamayacağından, diğer organların gelişimine bakılarak yaşama geçip geçmediğinin kabulü,gün hesabı ile  yapılır.


Dünyada kürtajı serbest bırakan ülkelerde az-çok yakın hafta sayıları verilmektedir:10 hafta,12 hafta. Bu neyin zamanı? Anne sağlığının artık bebek alınırsa  tehlikeye girme zamanı ve tabi  cenin de bir takım organların gelişme zamanı. O halde yıllardır bu ülkede uygulanan kürtaj esnasında  hemen hemen hiç bir anne ölümü, sakat doğum olayı yaşanmazken, şimdi bu tartışma neyin hesabı?

Bir canlıyı dünyaya getirmeye karar veren, anne dışındaki yetkisiz yetkililer, dünyaya gelmesine karar verdikleri  canlıya, annenin bir türlü çizemediği, olumlu  yaşam modelini düşünmüşler midir?Kürtajı yasaklayan zihniyet, aksini söyleseler de, o canlının dünyaya gelişini dikkate aldığı  kadar nasıl bir yaşam süreceğini   umursamamaktadırlar.Yemek içmek ve öbür dünyaya hazırlanmak gibi  faaliyetler dışında, "kişisel gelişim" onların tüm düşüncelerini kaplayan  kozmolojilerinde yoktur.

Yaşamak sadece : yemek, içmek, dua etmek;  anne olmak da  sadece karnından çocuk çıkarmak olsaydı, doğurur cami önüne bırakırdı  kadınlar, tüm gönül rahatlığıyla.
"Kürtaj yasaklansın, gerekirse biz bakarız, doğurun" demek, o çok bildiklerini iddia ettikleri "anne" olmanın ne olduğu hakkında, hiç bir şey bilmemek demektir.


Bu ülkenin topraklarında, tabi  tarihsel yalanları çıkardığımızda, hiç bir zaman  insan yaşamı en üst değer olmadı.Kendisi için değil, padişah için, saltanat için, vatan,  millet, din, toprak için, at, avrat, silah için, çocuk için yaşayan, "feda ettim yaşamımı" maskesi altında zayıflığını saklayan; ama her daim kişisel çıkarı için değerlerini abartarak  kendini ve çevresindeki insanları da  değersiz gören, kalabalık zihniyetlerin toprağıdır: "Anadolu".

Kürtaja karşı gelerek insana değer verdiğini, yaşama saygı duyduğunu söyleyen "malüm zihniyet", her zaman insan tarafından yaratılan semboller için, insanlar tarafından yaratılan tarihsel yapay değerler için insanın yaşamını hiçe sayabilen  zihniyettir.Bu yüzden taktıkları insancıl kürtaj yasağı maskesi, zaten baştan sahtedir.


Şimdi de  kürtajı yasak ederek, bildiği kişisel düşünceler ve duygular sebebiyle bebeğini dünyaya getirmek istemeyen kadını; yaşamını daha fazla ev içinde kuşatarak, özel alanda hapsederek, tüm yaşamını kendi çıkar ideolojisine uygun farklı yola sokarak, evlilik dışında da  olabilecek sağlıklı ilişkilerini yok sayarak, çok ilişkili erkekten farklı olarak hayatı boyunca tek eşliliğe zorlayarak  her durumda mümkün mertebe o'nu  kamusal alanlardan uzak tutarak, değersizleştirme amacındadırlar.

Doğum kontrol yöntemleri hakkında uzun çalışmalar yapılmadan, cinsel ilişkiler konusunda sağlıklı eğitimler verilmeden, tepeden inme verilen kararla aniden geçilmek istenen "Kürtaj yasağı" sonucunda ortaya çıkacak tüm  acılar, onlara göre daha önce olduğu gibi: "bu topraklarda yaşayan kadınların  "alın yazısı" demektir.


Ancak "kürtaj sadece kadının meselesi" diyen sakat yaklaşım da değişmeli ve  erkekleri de  bu  mücadelede yanına almalıdır."Anne-baba çok farklı, bu bizim meselemiz" diyerek, hala kendisine erkekler tarafından kurgulanmış dünyada verilmiş rolleri oynadığından habersiz, isyan ederken bile yapay "ana modelini", yani  "kadın modelini"oynayanlarla kürtaj mücadelesi  bir yere kadar sürer.

Anne karnına düşen  bebeğe ne olacağı, yasal süresi içinde kadın ve erkeğin  birlikte vereceği  karara bağlıdır.

Ve bu  ikili arasında farklı düşünce oluşursa son söz mutlaka kadınındır!




Vera Drake...Bu kadar iyi yürekli bir kadın, acaba ne görüyordu, ne hissediyordu da hiç bir karşılık beklemeden istenmeyen hamileliklere son veriyordu?

İngiliz kanunlarına bakmayı düşünmeyecek kadar, suç olduğunu aklına dahi getirmeyecek kadar, hangi saik ona bu eylemi yaptırıyordu?

Kürtaj hak mıdır? yoksa Cinayet midir? tartışması, "insan yaşamını nasıl sürdürmelidir" den başlayıp doğum öncesi-ölüm sonrası hakkındaki düşüncelere kadar uzayan bir tartışmadır kanımca...


Vera Drake yaşama inanmıştı... 
Kalanların yaşamına !