27 Şubat 2018

İvan İlyiç'in Ölümü



Sanatın maddesi yaşam ise, ölümü  anlatmasından daha doğal ne olabilir.

Her başarılı edebi eser (ve film) aslında belirli bir zaman dilimi içinde bir karakterin tüm hayatını sergiler. Çatışmalardan geçerek gelinen ve artık geriye çevrilemeyen final bölümünden sonra ana karater(ler)in yaşamının  nasıl bir duygu ve düşünce sarmalı içinde sonlanacağı,  satırlarda ya da perdede görünmese dahi, bizim imgelememizdedir.

Hiçbir şey kendi karşıtı olmadan gerçek anlamıyla bilinemezse, yaşamı da belki de ölümle tanımlayıp anlamlandırmak gerekir. Ve sanat insana kendisini gösterirken felsefi düşüncelerin açılımında, acıdan mutluluğa gidip gelen düşünce ve eylem salınımıyla süren yaşamımızda, bizi ölüme de hazırlar;  daha zengin bir içerikte yaşamak için.

 Tüm ideolojilerin amacı kişiye diploma, iş, evlilik, bebek, tatil, spor, araba, ev, emeklilik vs kurgusu içinde ölümü unutturup, çıldırmasına engel olarak yaşamını sürdürmesini kolaylaştırmaktır. Sanatın amacı ise ideolojilerin tam aksine kişiye ölümü hatırlatarak yaşamını anlamlandırmasını sağlamaktır; belki de en büyük işlevi de budur:  “sanat kişiyi ölüme hazırlar!”

Sanat hayatın nasıl yaşandığını gösterirken, vaaz vermeden ve  didaktiklik tuzağına düşmeden, eserden bizlere kalan  ise nasıl yaşamamız gerektiğine dair varoluşsal sorular uyandırmasıdır.


Ünlü Rus yazarı Lev Tolstoy’un 1886 tarihinde yazdığı uzun hikaye  İvan İlyiç’in ölümü yaşamın son anlarını yaşadığının bilincinde olan İvan  İlyiç’in geride bıraktığı hayatını sorgulamasını içerir.  Kurgusu sondan başa doğru olarak tasarımlanan hikaye, 45 yaşında savcı yardımcılığı görevini yürüten İvan İlyiç’in öldüğünü mesai arkadaşlarından öğrenmemiz ile başlar. Devlet katında makam sahibi olmak, liyakattan daha ziyade üst kademeyle yandaşlık ilişkilerine bağlı olduğu için, İvan’ın ölüm haberini alan herkes mesleki pozisyonundaki  olasılı değişikliklerin hesabını yapmaya başlar. Sanki ölen  bir arkadaş, bir tanıdık değil, daha çok para kazanmalarına ve daha iyi statülere gelmelerine engel olan bir nesnedir. Ya yıllarca mesai saatleri içerisinde kurulan tüm o beşeri kanlı canlı ilişkiler? Onlar  koca bir yalan mıydı?

Olay örgüsünün devamında ölüm anının adım adım yaklaştığını hisseden İvan İlyiç ile özdeşleşiriz. İvan hastalığının  ilk zamanlarında umudunu yüksek tutma gayreti içinde tavırlar gösterirken, acılarının artışı ile birlikte farklı doktorların ve  farklı teşhislerin hiçbir işe yaramadığını anlayarak hepsini red eder. Kalkamadığı yatağında geçmişini, eşi, erkek ve   kız evladı  ile geçen zamanlarını düşünür; şimdi son saatlerini yaşadığı bu anlarda tüm dekorlar yıkılmış, tüm maskeler onun gözünde aşağıya inmiştir.Özellikle eşinin ve kızının hastalığı süresince hayatı eskisi gibi  sürdürmek telaşlarını görünce, kendisine yaklaşımlarının, ihtimam sarfeden sözcüklerinin, onlarla geçen geçmiş yaşantılarının anıları ile de birleştirdiğinde,  yavan duygusal  boşalımlar olduğunun farkına varır;  ve İvan İlyiç için en büyük acı da bu sahtelik kokan  yaklaşımlardır.

 “Yalan,ölümün arifesinde çevresini kaplayan bu yalan…İvan ilyiç için çok acıydı..Kaç kez “bırakın şu yalanları,ölmekte olduğumu siz de biliyorsunuz ben de biliyorum diye bağıracak gibi oluyordu.Ne var ki hiçbir zaman kendinde bunu yapacak gücü bulamıyordu.”

Ona yalansız yaklaşan tek kişi uşak Gerasim’di ve savcı yardımcısı İvan İlyiç son anlarında sadece o köylünün  yanında olmasını istiyordu.

İvan İlyiç acılar içinde kıvranırken, düşünceleri artık geçmişin tüm statü oyunlarını bu defa farklı bilinçle anımsar;çünkü bilincinde yarın kavramı artık yoktur ve tüm o geçmiş eskisinden farklı olarak karanlık bir fonun üzerinde yükselmektedir. İşinde yükselmenin, farklı sınıfa dahil kişilerle ilişki kurmanın, yeni bir eve taşınmanın, alınan bir perdenin ya da bir mobilyanın değerinin başkaları için ve özellikle her şeyi sorun olarak gören eşi için önemli olduğu zaman dilimlerinde yaşanan tartışmalar, nesnelerin ve statülerin yaşamın önüne geçtiği günler, şimdi son dakikalarını yaşadığı bu saatlerde onun tarafından bambaşka algılanır.

İvan İlyiç kendi kendine  “Ne istiyorsun?... “Ne istiyorsun?” diye tekrarladı.Sonra cevap verdi:Ne mi? Acı çekmemek! Yaşamak!
İçindeki ses gene sordu:”Yaşamak mı? Nasıl yaşamak?”
“Evvelce yaşadığım gibi, iyi,tatlı…”
Ses “önceki iyi tatlı dediğin yaşamın nasıldı? diye sordu.
İvan ilyiç hayalinde hayatının en iyi anlarını sıralamaya başladı.Ama işin tuhafı ,tatlı hayatın en iyi anları şimdi o zamankinden bambaşka görünüyordu.Çocukluğun a ait ilk anılarından başka hepsi….Çocukluğundan uzaklaşıp bu güne yaklaştıkça, sevinçleri daha değersiz daha kuşkulu bir hal alıyordu…Hiç beklenmedik evlenme olayı, şehvet, yapmacıklıklar…içten yapılamayan görev, para hırsı, bir, iki, on, yirmi yıl hep aynı şeyler. İlerledikçe daha da cansızlaşıyordu…Yükseldiğim ölçüde hayatan uzaklaşıyordum..Şimdi de tamamen öl bakalım!..Ağlamayı kesti,yüzünü duvara doğru çevirerek “bütün bu facia neden? Ne gereği var bunun?..”diye düşünmeye başladı.

Pişmanlıklar her bireyin hayatında genellikle pişman olunan zamanın o anki doğası unutularak varılan yargılardır.Oysa bu günün algısından daha farklı bir haz ile geçen o zamanlar aynı durumlar içerisinde tekrar yaşansa çoğu kez aynı sonuçlar gerçekleşecektir. Deterministler kısaca  “ bize bireyi verin, geçmişini, kültürünü araştıralım nerede ne zaman ne yapacağını biliriz; o yüzden onların “ah şimdiki aklım olsaydı” sözü anlamsız bir savunma mekanizmadır” derler; kişi aynı durumları yaşadığında  çoğu zaman yine aynı şekilde davranır!

Ancak insan her şeyden önce iradedir ve dışarıdan dayatılan ideolojiler çerçevesinde, herkesle birlikte, herkesin yaptığı şekilde yaşanan uyumlu (!) bir yaşam, sınır noktalarına gelmeden felsefe ile sanat ile sınır noktalarının bilgisine ulaşılarak daha farklı sorgulanabilinir.Ve kim bilir o zaman belki de düşüncenin kırılganlığında yaşam her seferinde  yeniden değerlendirilerek ve hiçbir şeye feda edilmeyerek zenginlikte de yaşanabilinir.

Orada bulunanlara göre onun can çekişmesi daha kaç saat sürdü.Göğsünde bir şeyler hırlıyordu.Bitkin vücudu titremeler içinde sarsılıyordu.Sonra hırıltılar, horultular gittikçe seyrekleşti.Birisi üzerine eğilerek “bittii”dedi.
İvan İlyiç bunu duydu,içinden tekrarladı.kendi kendine :”ölüm bitti,dedi. O yok artık.”

İvan İlyiç geride pişmanlıklarla dolu bir yaşam bıraktı; Oysa “ah şimdiki aklı olsaydı”..


Künye:
Adı       : İvan İlyiç’in Ölümü
Yazar   : Lev Tolstoy
Tarih   : 1886
Çeviri  : Nihal Yalaza taluy
Baskı   :Can yayınları.11.basım