Sanatın maddesi yaşam ise, ölümü anlatmasından daha doğal ne olabilir.
Her başarılı edebi eser (ve film) aslında belirli bir zaman
dilimi içinde bir karakterin tüm hayatını sergiler. Çatışmalardan geçerek
gelinen ve artık geriye çevrilemeyen final bölümünden sonra ana karater(ler)in yaşamının
nasıl bir duygu ve düşünce sarmalı
içinde sonlanacağı, satırlarda ya da
perdede görünmese dahi, bizim imgelememizdedir.
Hiçbir şey kendi karşıtı olmadan gerçek anlamıyla bilinemezse,
yaşamı da belki de ölümle tanımlayıp anlamlandırmak gerekir. Ve sanat insana
kendisini gösterirken felsefi düşüncelerin açılımında, acıdan mutluluğa gidip
gelen düşünce ve eylem salınımıyla süren yaşamımızda, bizi ölüme de hazırlar; daha zengin bir içerikte yaşamak için.
Tüm ideolojilerin
amacı kişiye diploma, iş, evlilik, bebek, tatil, spor, araba, ev, emeklilik vs
kurgusu içinde ölümü unutturup, çıldırmasına engel olarak yaşamını sürdürmesini
kolaylaştırmaktır. Sanatın amacı ise ideolojilerin tam aksine kişiye ölümü
hatırlatarak yaşamını anlamlandırmasını sağlamaktır; belki de en büyük işlevi de
budur: “sanat kişiyi ölüme hazırlar!”
Sanat hayatın nasıl yaşandığını gösterirken, vaaz vermeden ve
didaktiklik tuzağına düşmeden, eserden bizlere
kalan ise nasıl yaşamamız gerektiğine
dair varoluşsal sorular uyandırmasıdır.
Ünlü Rus yazarı Lev Tolstoy’un 1886 tarihinde yazdığı uzun
hikaye İvan İlyiç’in ölümü yaşamın son anlarını yaşadığının bilincinde
olan İvan İlyiç’in geride bıraktığı
hayatını sorgulamasını içerir. Kurgusu
sondan başa doğru olarak tasarımlanan hikaye, 45 yaşında savcı yardımcılığı
görevini yürüten İvan İlyiç’in öldüğünü mesai arkadaşlarından öğrenmemiz ile
başlar. Devlet katında makam sahibi olmak, liyakattan daha ziyade üst kademeyle
yandaşlık ilişkilerine bağlı olduğu için, İvan’ın ölüm haberini alan herkes mesleki
pozisyonundaki olasılı değişikliklerin
hesabını yapmaya başlar. Sanki ölen bir
arkadaş, bir tanıdık değil, daha çok para kazanmalarına ve daha iyi statülere
gelmelerine engel olan bir nesnedir. Ya yıllarca mesai saatleri içerisinde kurulan
tüm o beşeri kanlı canlı ilişkiler? Onlar koca bir yalan mıydı?
Olay örgüsünün devamında ölüm anının adım adım yaklaştığını
hisseden İvan İlyiç ile özdeşleşiriz. İvan hastalığının ilk zamanlarında umudunu yüksek tutma gayreti
içinde tavırlar gösterirken, acılarının artışı ile birlikte farklı doktorların
ve farklı teşhislerin hiçbir işe
yaramadığını anlayarak hepsini red eder. Kalkamadığı yatağında geçmişini, eşi, erkek
ve kız evladı ile geçen zamanlarını düşünür; şimdi son
saatlerini yaşadığı bu anlarda tüm dekorlar yıkılmış, tüm maskeler onun gözünde
aşağıya inmiştir.Özellikle eşinin ve kızının hastalığı süresince hayatı eskisi
gibi sürdürmek telaşlarını görünce, kendisine
yaklaşımlarının, ihtimam sarfeden sözcüklerinin, onlarla geçen geçmiş
yaşantılarının anıları ile de birleştirdiğinde, yavan duygusal
boşalımlar olduğunun farkına varır;
ve İvan İlyiç için en büyük acı da bu sahtelik kokan yaklaşımlardır.
“Yalan,ölümün arifesinde çevresini kaplayan bu yalan…İvan ilyiç için çok
acıydı..Kaç kez “bırakın şu yalanları,ölmekte olduğumu siz de biliyorsunuz ben
de biliyorum diye bağıracak gibi oluyordu.Ne var ki hiçbir zaman kendinde bunu
yapacak gücü bulamıyordu.”
Ona yalansız yaklaşan tek kişi uşak Gerasim’di ve savcı
yardımcısı İvan İlyiç son anlarında sadece o köylünün yanında olmasını istiyordu.
İvan İlyiç acılar içinde kıvranırken, düşünceleri artık
geçmişin tüm statü oyunlarını bu defa farklı bilinçle anımsar;çünkü bilincinde yarın
kavramı artık yoktur ve tüm o geçmiş eskisinden farklı olarak karanlık bir fonun
üzerinde yükselmektedir. İşinde yükselmenin, farklı sınıfa dahil kişilerle
ilişki kurmanın, yeni bir eve taşınmanın, alınan bir perdenin ya da bir
mobilyanın değerinin başkaları için ve özellikle her şeyi sorun olarak gören
eşi için önemli olduğu zaman dilimlerinde yaşanan tartışmalar, nesnelerin ve
statülerin yaşamın önüne geçtiği günler, şimdi son dakikalarını yaşadığı bu
saatlerde onun tarafından bambaşka algılanır.
İvan İlyiç kendi
kendine “Ne istiyorsun?... “Ne
istiyorsun?” diye tekrarladı.Sonra cevap verdi:Ne mi? Acı çekmemek! Yaşamak!
İçindeki ses gene
sordu:”Yaşamak mı? Nasıl yaşamak?”
“Evvelce yaşadığım
gibi, iyi,tatlı…”
Ses “önceki iyi tatlı
dediğin yaşamın nasıldı? diye sordu.
İvan ilyiç hayalinde
hayatının en iyi anlarını sıralamaya başladı.Ama işin tuhafı ,tatlı hayatın en
iyi anları şimdi o zamankinden bambaşka görünüyordu.Çocukluğun a ait ilk
anılarından başka hepsi….Çocukluğundan uzaklaşıp bu güne yaklaştıkça, sevinçleri
daha değersiz daha kuşkulu bir hal alıyordu…Hiç beklenmedik evlenme olayı, şehvet,
yapmacıklıklar…içten yapılamayan görev, para hırsı, bir, iki, on, yirmi yıl hep
aynı şeyler. İlerledikçe daha da cansızlaşıyordu…Yükseldiğim ölçüde hayatan
uzaklaşıyordum..Şimdi de tamamen öl bakalım!..Ağlamayı kesti,yüzünü duvara
doğru çevirerek “bütün bu facia neden? Ne gereği var bunun?..”diye düşünmeye
başladı.
Pişmanlıklar her bireyin hayatında genellikle pişman olunan
zamanın o anki doğası unutularak varılan yargılardır.Oysa bu günün algısından
daha farklı bir haz ile geçen o zamanlar aynı durumlar içerisinde tekrar
yaşansa çoğu kez aynı sonuçlar gerçekleşecektir. Deterministler kısaca “ bize bireyi verin, geçmişini, kültürünü
araştıralım nerede ne zaman ne yapacağını biliriz; o yüzden onların “ah şimdiki
aklım olsaydı” sözü anlamsız bir savunma mekanizmadır” derler; kişi aynı
durumları yaşadığında çoğu zaman yine aynı
şekilde davranır!
Ancak insan her şeyden önce iradedir ve dışarıdan dayatılan
ideolojiler çerçevesinde, herkesle birlikte, herkesin yaptığı şekilde yaşanan
uyumlu (!) bir yaşam, sınır noktalarına gelmeden felsefe ile sanat ile sınır
noktalarının bilgisine ulaşılarak daha farklı sorgulanabilinir.Ve kim bilir o
zaman belki de düşüncenin kırılganlığında yaşam her seferinde yeniden değerlendirilerek ve hiçbir şeye feda
edilmeyerek zenginlikte de yaşanabilinir.
Orada bulunanlara göre
onun can çekişmesi daha kaç saat sürdü.Göğsünde bir şeyler hırlıyordu.Bitkin
vücudu titremeler içinde sarsılıyordu.Sonra hırıltılar, horultular gittikçe
seyrekleşti.Birisi üzerine eğilerek “bittii”dedi.
İvan İlyiç bunu
duydu,içinden tekrarladı.kendi kendine :”ölüm bitti,dedi. O yok artık.”
İvan İlyiç geride pişmanlıklarla dolu bir yaşam bıraktı; Oysa
“ah şimdiki aklı olsaydı”..
Künye:
Adı : İvan
İlyiç’in Ölümü
Yazar : Lev Tolstoy
Tarih : 1886
Çeviri : Nihal Yalaza
taluy
Baskı :Can
yayınları.11.basım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder