Binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca mucizeler hiç olmadı.Her türlü kutsalın görüntüsü, maddelerin bizde yarattığı tarihsel süreçlerin sadece diyalektik pratiklerindendi.
Binlerce yıllık insanlık tarihi boyunca efsaneler hiç olmadı. Kahramanlar çağının yalanları en son itibarını 19.yy'ın bireyci aklı karşısında kaybetti.
Geri kalmış ülkelerin yönlendirilmiş ideolojilerinde sürüklenen bireyleri (!) mucizeler ve kahramanlara ihtiyaç duyarak korunaklı limanlarında karanlık sevici düşünceler ve duygular içinde ömrünü risksiz geçirme hesapları yaptı ve "bu savaşlar niye, bu nefret, bu kötülük niye?" derken, bu sonuca giden yolda oynadığı rolllerin farkına bile varmadan..
Oysa insanın yeryüzüne atıldığı andan itibaren değişmeyen nabız atışı, kalp atışı, sindirim sistemi çalışması, nefes alıp vermesi gibi anatomik süreçleri tek mucizeydi, insanın ölüme giden değişmez yazgısında.
Var olmak başlı başına bir mucizeydi, anlamı üzerinde hala hakkı tam olarak verilmeyen..
Bir kahraman varsa da zaman ve mekan bağlamında, en tepedeki kendisiydi, yaşadığı dünyanın zorluklarında yeni arayışlar içinde olan..
Mucize yaşamaktı, kahraman kendisiydi; yaratılarak ve değişerek sürdürülen değerlerin özgür ışığında anlamını bulan. O ışık ki mucizelere, kahramanlara kendisinden fazla önem atfetmiyerek en büyük değer olan kendisinin anlamına varmasını sağlayan..
İnsan denilen varlık kendisini doğadan ayıran bilinciyle değerler yaratmak zorundaydı.Gördükleri (gösteren/imge), kendi aklının kişisel tarihinde dolayımlanarak (gösterilen), yargılarda bulunmasına,yaşam hakkında fikirler söylemesine (göstergeye) yol açıyordu..
İnsan, başka göstergelere sahip olan diğer insanları ve o göstergelerin çemberini kuran insan topluluklarını, gösterenlerle ( maddeler dünyasıyla) kurdukları ilişkilerin farklılıklarına bakmadan ötekileştirerek sonu gelmez çatışmalar yaratıyordu.
İnsanlık aleminin savaşlarını yaratan çıkar grupları ve liderleri, tek tip etnik-din-ahlak-milliyet-gelenek-görenek-kültürden oluşan insan modelinin doğrusunda, herkesin farklı görünenlerden yola çıktığını unutturarak, her gün daha fazla artan nefretle yüklü değerlerinin erozyonunda yaşamasını sağlıyordu
Ve sinema...İnsanı, insana bağlı değerleri temasına alarak çıktığı yolculukta, farklılıkların sonuçlardan değil,süreçlerden kaynaklanan doğasını göstererek, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek evrensel barışı umut olarak sürdürmenin en güzel görüntülerini,yine insanlığın önüne getiren mucize..
Üstün nitelikli diğer sanat eserleri gibi haykıran: insan o yapmayın, insan o anlayın, insan o senin benzerin, insan o onsuz hiçsin, insan o farklısın çünkü o'nu çevreleyen maddeler dünyası farklı diyen sanat..
Peki genelde sanat 4.00 yıldır bilinen tarihinde , özelde sinema 117 yılık tarihinde evrensel barışı sağlayabildi mi?
Neydi bu iki insanı bir an dahi olsa yaklaştıran şey?
Ve neydi sonuca mani olamayan ?
Sadece dinler değişen maddeler ve ilişkiler dünyasında değişmediğini, değişmemesi gerektiğini iddia ettiği tek tip doğrularıyla barışı sağlayabilir mi?
Genel yarar (!) ilkesi uyarınca sürüler yaratarak varlığımızın değersizleşmesini sağlayan tüm ideolojiler ve tüm kahramanlar (!) yarısı yalan tarihleri ile bizi özgürleştirir mi?
Peki çelişmiyor muyuz? İşte biraz önce izledik, çocukluğumuzun en saf duygularını uyandıran sanat dünyası ile bizimle aynı anılara giden bir başkası yine bizi öldürüyorsa....
Sanat insanı değiştirir mi? Değiştirse en azından Aristotales'in Poetika'yı 2.500 yıl önce yazmasından bu yana değiştirmez miydi? Olsun;yine de inanmak ve bu düşüncenin aydınlığında nefes alıp vermek istiyorum.
"Tune for two" filmi bize gösterenler/imgeler aracılığıyla karanlığı gösterdi..
Bilincimizdeki hazır gösterilenlerden geçti..
Yapma ! Vurma ! o İnsan! diyen göstergeye dönüştü.
Dönüşmeli.. Başka çaresi yok!