Nasıl oluyor da hep aynı fiziksel
boyutu ile Robin Williams bu kadar
farklı karakteri canlandırabiliyordu ?
Çünkü farklı yaşamların temsilini
ancak canlandırdığı bireyin farklı sosyolojik boyutunun doğurduğu
psikolojik tepkilerle yaratabileceğini biliyordu.
Metafizik dünya yani “insan doğası gereği
“anlayışından uzak zihniyetli
senaristler, diyalektik materyalist yani “durumların yarattığı insan doğası
”gereği anlayışlarıyla oyuncularının eline gerçek insanın
malzemesini ve gerçek yaşam parçacıklarını sunarlar. Artık sıra
oyuncudadır; aynı senaryodan her okuyan oyuncu farklı yaşam modelleri çıkartır.Robin
Williams....
Ani ölümü belki de en çok onun filmlerinin tutku ile peşinden giden izleyicisini, bizleri üzdü.
Ani ölümü belki de en çok onun filmlerinin tutku ile peşinden giden izleyicisini, bizleri üzdü.
İsmini duyduğunuz her filme
girişte bir merak sarar insanı: acaba
Robin Williams nasıl biridir filmin içinde? En geç filmin ilk 20 dakikasında durumlar içinde
arar ve keşfetmeye başlarız karakterini.
Bir dj olarak çıkar radyo
programında ve vatanından çok uzakta her
sabah güne coşkulu bir haykırış ile
başlar: “Günaydın Vietnam” . Oysa o neşe içinde dışarıya yansıyan karakteri
içinde ülkesi ABD’nin Vietnam’da ne işi
olduğuna dair derin çatışmalar ve hüzün barındırır.
Bir edebiyat öğretmeni olarak
çıkar bir sonraki filminde. Aşırı disiplini ile tanınan kolejde aykırı bir
öğretmen. İlk derste öğrencilerini okulun 100 yıl önceki öğrencilerinin toplu
fotoğrafının arkasına dizer ve
arkalarından “ ben de sizler gibiydim bir zamanlar; canlı, arzulu….Şimdi
bir ölüyüm, milyonlarca kurdun kemirdiği …Anı yaşayın! diyen bir uçuk. Yaşamın
gömülemeyeceğini ve hiçbir farklı değere feda edilemeyeceğini anlatan bir
edebiyatçıyı hangi gri renkli binaların gri ruhlu eğitimcileri ve velileri
kabul edebilir ki? Öğrenciler ondan aldıkları şevkle “ Ölü Ozanlar Derneği”ni
kurar..Oysa Tagore’nin şiirlerinin onlarda yarattığı yaşama sevinci mutlaka
eğitim sistemi tarafından yok edilmeliydi.
Boşanmayı kabul etmiş olsa da
çocuklarından ayrı kalmaya,velayetlerinin anneye bırakılmasına gönlü razı gelmez hiçbir zaman.Tek bir çözüm
vardır o da bir dadı kılığında evlerine girmek. “Mrs. Doubtfire” olduğu andan
itibaren gerçek babalığın da ne anlama geldiğini öğrenecek ve tüm başarılı
senaryolar gibi finalde en çok ana karakter değişecektir.
“Patch Adams” ın tıp fakültesinin son sınıfını
beklemeye hiç niyeti yoktur hastalara şifa dağıtmak için. Ve onun şifası
ilaçlardan daha ziyade hastaya adını söylemek, onu güldürmek, vitalitesi yüksek
zamanlar hediye ederek yaşam enerjilerini katlamaktır. Tabi ki her senaryoda olması gereken çatışmayı sağlayan
karşıt güç burada devreye girer ve eski köye yeni adet getirmesine, hastaları
güldürmesine yöneticiler şiddetle karşı çıkar. Yöntemlerinin sonu trajik bir
şekilde başarısızlığa uğramış görünse de tekrar ayağa kalkıp yeniden denemekten
başka çözüm yoktur. Patch bize daima ışığın nereden geldiğini gösterendir.
“ One Hour Photo” da önceki
filmlerin aksine tüm yaşam enerjisi emilmiş bir fotoğraf stüdyosu elemanıdır.
Kötü anların fotoğrafını kimse çekmez” derken
geçmişinde kötü anlar yaşadığını hissederiz. “ Eski fotoğraflarımıza
bakarken biliriz ki bir zamanlar birisi bizim fotoğrafımızı çekmiş, bizi önemsemiş” derken ona değer verilmediğini anlarız. Filmsel kültürel
kodlamalar onun yalnız kalmış bir birey olduğunu gösterir. Ve tek tutunduğu
dal, fotoğraflarını stüdyosuna bırakan akrabası olarak görüp yanılsama
içinde bağlandığı ailedir. Bir süre
sonra bu masumane oyun tehlikeli bir hal alır ve aileye şiddet yüklü
müdahaleleri başlar. Her zaman olduğu gibi tüm bu yaşanan psikolojik
travmaların sebebi geçmişinde gizlidir.
Ve o “Bulvar” da giderken aniden arabası ile keskin dönüş yaptığında filmde
ciddi bir dönüşüm başlayacağını biliriz. Tıpkı yıllar önceki “Kuş kafesi" filminde olduğu gibi bir eşcinseldir.
Ancak bu defa tüm yaşamı boyunca bu cinsel tercihini gizlemiş, evlenmiş ve
yalanlarla dolu bir dünya kurmuştur. Finalde eşine “artık yalan yok” derken eşi
de ona “ ama ben bu yalanlarla yaşamayı seviyorum “diye karşılık verir. Onların
bu repliklerini dinlerken düşünürüz, ne kadar çok ailenin temsili vardır bu
sahnede.
6 ay güneşin ortaya
çıkmadığı Alaska’da işlenen cinayet ve
görevli polis memurunun “İnsomnia” yani uykusuzluk hastalığı yanında geçmişten
gelen sırrının taşıdığı ağır yük.Robin Williams ise bu defa da Al Pacino’nun yakalamaya
çalıştığı katil!
Ve başka hikayeler başka
yaşamlar.
Filmi izlerken “ne kadar iyi
oynuyor” demeyeceğimiz kadar yöntemini belli etmeyen; ama film bittikten sonra da mutlaka “bu nasıl bir oyunculuk” diyeceğimiz kadar
başarılı bir sanatçı!
Yönetmen oyuncusuna senaryoyu
verir, Sonra da onunla provalar yapar. Sonra hareketli
provalar başlar. Oyuncunun en büyük özelliği zekasıdır ve sahnelerdeki bütün psikolojik
tepkimelerin onun geçmişi ile ilgisi olduğunu bilir ve ona göre oynar. Marlon Brando "Baba" filmi için kapısına gelen Ford Coppola’ya sesini kısarak “böyle birini mi arıyorsun” der; artık o rol onundur.
Küçükler için filmlerde karakter
ayrıntılı olarak yaratılamaz; çünkü onların zihinsel gelişmişlikleri karakter
çözümlemeye elverişli değildir. Bu yüzden iyiler ve kötüler genelde fiziksel
özellikleri ile baskındırlar. Ya da en iyisi hayvanlar dünyasıdır; tilki
kurnaz, tavşan masum, ceylan ürkek, aslan parçalar, kedi iyi, çakal kötü vs . Yeşilçam’da karakter baştan yaratılmıştır,olaylarla değişmez:Filiz Akın ve
Cüneyt Arkın iyidir, Erol Taş ve Lale Belkıs ise kötü. Necdet Tosun ile Adile
Naşit saftır, Tecavüzcü Coşkun tecavüz fiilinin eyleme bürünmüş halidir. vs
Metafizik olarak doğaları gereği perdede öyle kurulurlar. Artık izleyici
onların nasıl bir karakter olduğunu merak etmez; hatta afişteki isimleri dahi yeterlidir filmdeki karakterlerin ne olduğunu anlamak için.
Biliriz insan hayvandan farklı
olarak bilinçtir. Bilinç doğadan ayırandır ve doğduğun anda girdiği kültürel
evrende dil sayesinde özne olarak kurulandır. Doğduğu zaman-doğduğu uzam-
doğduğu aile-doğduğu sınıf vs tüm karakteri oluşturur. İyi senaryo bu mantıkla her karakteri ayrı
ayrı işler ve onları benzersiz birey yapar.
Kötü oyuncu: kötü senaryolarda
hep aynı geçmişin aynı davranış kodlarını sürdürendir.
İyi oyuncu: senaryoda olup
perdede görünmeyen karakter özelliklerini
alt metin olarak izleyiciye aktarandır.
Robin Williams : “ sadeliğin
ulaştığı son nokta.”