03 Haziran 2018

OYUNCU : ROBİN WİLLİAMS


Nasıl oluyor da hep aynı fiziksel boyutu ile Robin Williams  bu kadar farklı  karakteri canlandırabiliyordu ?

Çünkü farklı yaşamların temsilini ancak  canlandırdığı  bireyin farklı sosyolojik boyutunun doğurduğu psikolojik tepkilerle yaratabileceğini biliyordu.

 Metafizik dünya yani “insan doğası gereği “anlayışından uzak  zihniyetli senaristler, diyalektik materyalist yani “durumların yarattığı insan doğası ”gereği anlayışlarıyla oyuncularının eline gerçek  insanın  malzemesini ve gerçek yaşam parçacıklarını sunarlar. Artık sıra oyuncudadır; aynı senaryodan her okuyan oyuncu farklı   yaşam modelleri çıkartır.Robin Williams....

Ani ölümü belki de  en çok onun filmlerinin   tutku ile peşinden giden izleyicisini, bizleri üzdü.

İsmini duyduğunuz her filme girişte bir merak sarar insanı: acaba  Robin Williams nasıl biridir filmin içinde? En geç  filmin ilk 20 dakikasında durumlar içinde arar ve keşfetmeye başlarız karakterini.

Bir dj olarak çıkar radyo programında ve vatanından çok uzakta  her sabah güne coşkulu bir haykırış  ile başlar: “Günaydın Vietnam” . Oysa o neşe içinde dışarıya yansıyan karakteri içinde ülkesi ABD’nin  Vietnam’da ne işi olduğuna dair derin çatışmalar ve hüzün barındırır.

Bir edebiyat öğretmeni olarak çıkar bir sonraki filminde. Aşırı disiplini ile tanınan kolejde aykırı bir öğretmen. İlk derste öğrencilerini okulun 100 yıl önceki öğrencilerinin toplu fotoğrafının arkasına dizer ve  arkalarından “ ben de sizler gibiydim bir zamanlar; canlı, arzulu….Şimdi bir ölüyüm, milyonlarca kurdun kemirdiği …Anı yaşayın! diyen bir uçuk. Yaşamın gömülemeyeceğini ve hiçbir farklı değere feda edilemeyeceğini anlatan bir edebiyatçıyı hangi gri renkli binaların gri ruhlu eğitimcileri ve velileri kabul edebilir ki? Öğrenciler ondan aldıkları şevkle “ Ölü Ozanlar Derneği”ni kurar..Oysa Tagore’nin şiirlerinin onlarda yarattığı yaşama sevinci mutlaka eğitim sistemi tarafından yok edilmeliydi.

Boşanmayı kabul etmiş olsa da çocuklarından ayrı kalmaya,velayetlerinin anneye bırakılmasına  gönlü razı gelmez hiçbir zaman.Tek bir çözüm vardır o da bir dadı kılığında evlerine girmek. “Mrs. Doubtfire” olduğu andan itibaren gerçek babalığın da ne anlama geldiğini öğrenecek ve tüm başarılı senaryolar gibi finalde en çok ana karakter değişecektir.

Patch  Adams” ın tıp fakültesinin son sınıfını beklemeye hiç niyeti yoktur hastalara şifa dağıtmak için. Ve onun şifası ilaçlardan daha ziyade hastaya adını söylemek, onu güldürmek, vitalitesi yüksek zamanlar hediye ederek yaşam enerjilerini katlamaktır. Tabi ki her  senaryoda olması gereken çatışmayı sağlayan karşıt güç burada devreye girer ve eski köye yeni adet getirmesine, hastaları güldürmesine yöneticiler şiddetle karşı çıkar. Yöntemlerinin sonu trajik bir şekilde başarısızlığa uğramış görünse de tekrar ayağa kalkıp yeniden denemekten başka çözüm yoktur. Patch bize daima ışığın nereden geldiğini gösterendir.

One Hour Photo” da önceki filmlerin aksine tüm yaşam enerjisi emilmiş bir fotoğraf stüdyosu elemanıdır. Kötü anların fotoğrafını kimse çekmez” derken  geçmişinde kötü anlar yaşadığını hissederiz. “ Eski fotoğraflarımıza bakarken biliriz ki bir zamanlar birisi bizim fotoğrafımızı çekmiş,   bizi önemsemiş” derken ona değer verilmediğini anlarız. Filmsel kültürel kodlamalar onun yalnız kalmış bir birey olduğunu gösterir. Ve tek tutunduğu dal, fotoğraflarını  stüdyosuna  bırakan akrabası olarak görüp yanılsama içinde bağlandığı  ailedir. Bir süre sonra bu masumane oyun tehlikeli bir hal alır ve aileye şiddet yüklü müdahaleleri başlar. Her zaman olduğu gibi tüm bu yaşanan psikolojik travmaların sebebi geçmişinde gizlidir.

Ve  o “Bulvar” da giderken aniden  arabası ile keskin dönüş yaptığında filmde ciddi bir dönüşüm başlayacağını biliriz. Tıpkı yıllar önceki “Kuş kafesi" filminde olduğu gibi  bir eşcinseldir. Ancak bu defa tüm yaşamı boyunca bu cinsel tercihini gizlemiş, evlenmiş ve yalanlarla dolu bir dünya kurmuştur. Finalde eşine “artık yalan yok” derken eşi de ona “ ama ben bu yalanlarla yaşamayı seviyorum “diye karşılık verir. Onların bu repliklerini dinlerken düşünürüz, ne kadar çok ailenin temsili vardır bu sahnede.

6 ay güneşin ortaya çıkmadığı  Alaska’da işlenen cinayet ve görevli polis memurunun “İnsomnia” yani uykusuzluk hastalığı yanında geçmişten gelen sırrının taşıdığı ağır yük.Robin Williams ise bu defa da Al Pacino’nun yakalamaya çalıştığı  katil!

Ve başka hikayeler başka yaşamlar.

Filmi izlerken “ne kadar iyi oynuyor” demeyeceğimiz kadar yöntemini belli etmeyen; ama  film bittikten sonra da mutlaka  “bu nasıl bir oyunculuk” diyeceğimiz kadar başarılı bir sanatçı!

Yönetmen oyuncusuna senaryoyu verir, Sonra da onunla provalar yapar.  Sonra hareketli provalar başlar. Oyuncunun en büyük özelliği zekasıdır ve sahnelerdeki bütün psikolojik tepkimelerin onun geçmişi ile ilgisi olduğunu bilir ve ona göre oynar. Marlon Brando "Baba" filmi için kapısına gelen Ford Coppola’ya sesini kısarak “böyle birini mi arıyorsun”  der;  artık o rol onundur.

Küçükler için filmlerde karakter ayrıntılı olarak yaratılamaz; çünkü onların zihinsel gelişmişlikleri karakter çözümlemeye elverişli değildir. Bu yüzden iyiler ve kötüler genelde fiziksel özellikleri ile baskındırlar. Ya da en iyisi hayvanlar dünyasıdır; tilki kurnaz, tavşan masum, ceylan ürkek, aslan parçalar, kedi  iyi, çakal kötü vs . Yeşilçam’da karakter baştan yaratılmıştır,olaylarla değişmez:Filiz Akın ve Cüneyt Arkın iyidir, Erol Taş ve Lale Belkıs ise kötü. Necdet Tosun ile Adile Naşit saftır, Tecavüzcü Coşkun tecavüz fiilinin eyleme bürünmüş halidir. vs Metafizik olarak doğaları gereği perdede öyle kurulurlar. Artık izleyici onların nasıl bir karakter olduğunu merak etmez; hatta afişteki isimleri dahi yeterlidir filmdeki karakterlerin ne olduğunu anlamak için.

Biliriz insan hayvandan farklı olarak bilinçtir. Bilinç doğadan ayırandır ve doğduğun anda girdiği kültürel evrende dil sayesinde özne olarak kurulandır. Doğduğu zaman-doğduğu uzam- doğduğu aile-doğduğu sınıf vs tüm karakteri oluşturur.  İyi senaryo bu mantıkla her karakteri ayrı ayrı işler ve onları benzersiz birey yapar.

Kötü oyuncu: kötü senaryolarda hep  aynı geçmişin  aynı davranış kodlarını sürdürendir.
İyi oyuncu: senaryoda olup perdede görünmeyen karakter özelliklerini  alt metin olarak izleyiciye aktarandır.

Robin Williams : “ sadeliğin ulaştığı son nokta.”