İlk nefes alışımızdan son nefesi vereceğimiz ana kadar 3 farklı ruh hali içinde sürüklenir gider yaşantılarımız: durağan, mutlu ve hüzünlü.
Her bir duygu-düşünce varoluşunda 3'lü ruh hali birbirlerini değişik durumlar içinde ikame edip dışarıya beden diliyle yansır.
Bir de bu üçlü ruh durumunun, insanın doğasının, dışında bir başka durum daha vardır ki, ona da "nötr ruh hali" diyeceğim.
Günümüz dünyasının yaygın "meta üretimine dayalı toplumsal örgütlenme biçimi" olan "kapitalizm", tamamen parasal anlamda kurulan şeyleşmiş ilişkiler içinde bireyi, depolitik bir konuma indirgeyerek ruhunda ve onun dışavurumu olan yüzünde (totaliter diğer siyasal sistemlerin kuşatılmış bireylerinde olduğu gibi) nötr bir durum yaratmaya çalışır.Bu ruhsal durumu, durağanlığa eş değer açıklamak mümkünse de ben öyle yapmamayı tercih edeceğim. Sorgulayıcı bir analiz bizi başka sonuçlara ulaştırabilecektir.
İnsanın kirlenmesinin de bir sonucu olan "nötr ruhlar."
Doğada kendiliğinden mevcut bulunan (A) nesnesi ile (B) nesnesi varlığını sürdürür ve zamanı geldiğinde de çevre kirliliğine yol açmadan doğaya karışıp gider. Ancak (A) ve (B)'yi birleştirip doğada olmayan (C) nesnesini yarattığımızda, o doğada kendiliğinden yok olamaz. İşte tıpkı doğada olmayan plastik madde gibi, plastik ruhlar, plastik yüz ifadeleri de İnsanın ontolojik varoluşunda olmayan bu ruhsal durum, oluşup yerleşti mi de geriye dönüşmesi,ortadan kalkması artık imkansıza yakındır.
Nötr ruhun dışavurumu olan nötr yüz ifadesi, içinde hiçbir duygu barındırmayan,ya da o kişinin o an aklından geçenlerin ifadesi olmayan yapay şekilde oluşturulmuş tipik maske ifadesidir.
Tamamen kişisel kanaatim olarak yaptığım bu -iddialı olmayan- tespitler, belki de psikolojide "persona" kavramı ile ilişkilendirilerek , daha akla uygun hale getirilebilir.
Yapılan araştırmalar ve ortaya çıkarılan bulgular sonucu, ilkel dönemlerde yerlilerin, avlarının daha iyi geçmesi ya da olumsuz ruhları kovması için yaptıkları, taklitli (mimesis ), danslı, müzikli törenlerde maskeler taktıkları bilinir. Şef, büyücü gibi farklı konumda olanların, o toplulukta yaşayan çoğunluktan daha farklı statülerinin göstereni olarak bu maskeler, yine bu hiyerarşinin sonucu, ardında kalan yüzleri gizlemesinin getirdiği gizemle, statü farklarını da pekiştirmiştir.
Zamanla (sanırım Ortaçağ'da) tiyatro oyuncuları, canlandırdıkları karakterlerde, izleyende yerlilerin de amaçladıkları aurayı oluşturmak için kullandıkları maskelere: "persona" ismini vermişlerdir. Özellikle daha sonraları Japon lirik dramı olan "Kabuki Tiyatrosu"nda kullanılan maskeler, oynanan eserlerin en önemli ayrıntısını oluşturmuştur.
Carl Jung tarafından, tiyatro sahnesinden modern çağın psikoloji disiplinlerine aktarılan "persona" kavramı , yine bu ilkel kullanımından yola çıkılarak "takınılan tavır, oluşturulan kişilik" anlamında kullanılır. "Persona", psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde, özellikle semptomların başlangıcının tespitinde mutlaka önemli yararlar taşımaktadır.Yapay kimlikler (personalar) edinilerek oluşturulan, gerçek; ama gerçek olduğu kadar sahte dünyaların, bireyin yaşamını bir an gelip sürdürmekte yetersiz kalması.. Artık perdenin kalktığı, ayağın tökezlediği, gerçeğin çok daha farklı göründüğü, psikiyatristin kapısının çalındığı, durduk yere anılara dönüldüğü, ağlamak ihtiyacı hissedilen anlar..
Ve kim bilir, belki de bu takınılan kimliklerin yarattığı gerçeklik yanılsamasının getirdiği psikolojik rahatsızlıklardan daha kötüsü,yanılsamanın farkına bile varılmadığı başkalarına karşı duyarsız,nötr yaşamlar.Varoluş felsefesine göre kelimenin tam anlamıyla "kötü niyetli yaşamlar."
Ve C.Jung tarafından detaylı açıklanan "persona" kavramının en önemli sonucu, kişinin kendisini en çok birey olarak hissetmesini sağlayan kimliklerin temeline inildiğinde,yani takılan maskeler sorgulandığında, o kimliklerin aslında toplumsal uzlaşmaların sonucu olarak yapay şekilde oluşturulduğunun anlaşılmasıdır.
Koca-karı-baba-anne-işçi-işveren, doktor-mühendis-Müslüman-Hristiyan-Alevi-Sunni-Türk-Kürt-Ermeni,fenerli, galatasaraylı vs vs şeklinde adlandırılan kimlikler dünyası içindeyiz. Birey bu personaları, genelde verili olarak durumları içinde bulur: ama bulsa da kimi zaman ona ulaşmak için olağanüstü mücadeleler eder ve eriştiğinde de kaybetmemek için herşeyini ortaya koyar.
Her şekilde özdeşleşerek kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan,birey olduğumuz yanılsaması yaratan bu personalar, toplum tarafından dizayn edilerek, nasıl yaşanması, nerede, nasıl davranılması gerektiğini öğreterek, kollektif dünyanın birbirine benzer bireylerini (!) yaratır. Malesef temelde ayniliğin getirdiği, yaratıcılığın, eleştirmek olduğu zannettirilerek, iğdiş edildiği, insanın kişiliksizleştirildiği, herkesin statüler üzerinden kendini tanımlarken aslında birbiri üzerinden benzer şablonlarla kendini anlattığı, bir maskeler dünyasıdır artık karşımızda duran.
"Kimsin ?" sorusu, ne olduğumuzla yanıtlanır:"evliyim, mimarım, 3 çocuğum var, fenerbahçeliyim... Dulum, tek çocuğum var, bankada çalışıyorum, müslümanım... Emekliyim, yön
En fazla özgür olduğunu hissettiği, tüm kararları tek başına aldığını,tüm seçimlerin kendisi tarafından yapıldığını, yaşamının tamamen kendi iradesi altında olduğunu sandığında, en fazla toplumsal olduğunu, kendisi dışında kendisinden önce, ama mutlaka egemenler tarafından, çizilen rolleri oynadığını anlayamamak." Felsefede "determinist, endeterminist" tartışmanın galibi var mı bilinmez,ama konumuz için:"bana onun geçmişini verin, gelecekte alacağı kararları söyleyeyim" şeklinde özetleyeceğim "determinist" düşünce, yaşananlara bakılınca sanki daima bir adım önde gibi.
"Büyük öteki" bizden ait olduğumuz toplum için birşeyler yapmanı ister ve biz de yaparız.Yaptıkça toplumsallaşırız; ama biz tam aksine, onun dediklerini yaptıkça özgür birey olacağımızı hissederiz.Üniversiteye mezun olup meslek sahibi olmak ve kendi ayakları üzerinde durabilmek için gideriz.Oysa mezun olunca bireyselleşmez, toplumsallaşırız.Bu o kadar güzel bir tuzaktır ki, asla sorgulamadan anlayamadığımız.
Peki ne var bunda? İnsan toplumsal bir varlık,değil mi? Keşke yanıt göründüğü kadar masum olsa!Toplumsal ( cemaat ) kültürü içinde şekilsel anlamda birey olarak kalan, ancak her kararın "büyük öteki" tarafından insan doğası bir yerde yok sayılarak oluşturulmuş yaşam statüleri.Ve tabi aynı zamanda cemaatin yani topluluğun dışının tehlikeli olarak öğretildiği, öteki personaların yok edilmesi gerektiği bilinciye oluşturulan, "Ben"in yerini, kimlikler temelinde "Biz"in aldığı duyarsız ve duygusuz yaşamlar.Nötr ruhlar..
Ve her adımda daha kalın bağlarla bağlandığımız toplumsal zihniyet.İçinde toplumsal yaşamın tüm katagorilerinin yer aldığı zihniyetimizle yaşarız ve yaratıcılıktan uzak, en fazla eleştirel bir duruş getirerek yaşama muhalif olduğumuzu, aydın olduğumuzu sanırız.İktidara muhalefet etmenin, "devrimci" olmanın da ideolojilerin "çağırma" (celbetme) doğası gereği olduğunu, o konuda da yazılıp çizileni oynadığımızı düşünürler açıklayalı ve bizim de haklı olarak hiç işimize gelmeyip "yok artık o kadar da değil" , diyeli çok zamanlar geçti.
Aslında doğru - yanlış, gerekli-gereksiz, celbettiler-celbetmediler ( kendi bilincimizle seçtik), tartışması yapmak değildir, amaçlanmak istenen.Amaç, bu kadar üzerimizde oynama yapılırken, yapılmaya çalışılırken, bizim nerede duracağımız, nasıl bir anlam dünyası kuracağımızdır.
.
Evet kimlikler yaşantımızı sürdürmemiz için gereklidir.Evlenir, çocuk sahibi oluruz, meslek sahibi olur geçiniriz, uzmanlaşırız, toplumsal doğamız gereği aidiyet duygusuyla gruplara, partiye gireriz, takım tutarız vs..Değerler dünyasının pratikleri, yerine getirilmediği takdirde yaşamı imkansız hale getirir. Kodlamalar içinde toplumla bağlar kurarız."Martı Jonathan"ın başına geldiği gibi, "doğamız gereği, yararlı olduğu için, ödevler gereği, vatan-millet aşkına, halk için vs" söylemlerinin dışında hareket ettiğimiz anda dışlanır, yok oluruz.
Ama yine de kimliklerin, tarihin ihtiyaçlar dünyasında yaratılan, çoğu zaman geçinebilmemiz başta olmak üzere değerlerin olmadığı bir boşlukta yaşamamak için sürdürülmesi gerekli yaşamsal statüler, pratikler olduğunu anlayan İNSAN ,evet anlayan bilinçli İNSAN, yaratılan kimliklerin temel felsefesine iner, ontolojik bir duruş ve bakışla istediği her alanda yaratıcı bir süreç içine girer.
Takındığı kişiliğin, yararlılık dışında, ona kendi yüklediği yanlış anlamların ruhsuzluğunu fark ettiğinde, toplumsal dayatmaların karakterini iğdiş eden renksiz dünyasının ayırdına vardığında, karşısına çıkan insanla , insanca ilişki içine girer.Makamının arkasına saklanmayan, geçici mevkiisini doğal , ebedi zannetmeyen, gücünü, nefretini, hırsını statüsünün devamı için ortaya koymayan, kimliklerin kutsallığının sanallığında, başkalarının kimliklerini ötekileştirmeyen, hakir görmeyen, batının paradigmatik yokedici anlayışı olan, kapitalizmin de olmazsa olmazı olan, "vahşi rekabet"i iş ve diğer ilişkilerinde tamamen yok edemese de, asgariye indiren, güzel sanatlarda ise rekabetin hiç olmayacağını anlayan, güzel bir İNSAN olarak yaşamını tamamlar.
Aksi düşüncede olan, karakterler, personalarının ardında her gün medyada, boyalı basında başka hayatları bir şekilde yok etmeye devam ediyor; aynı zamanda kendisi de tükenirken.. Ve yine personalarla örülü bu dünyada, sadece sonuçlarla flört ederek başkalarının başına gelen, kaza, şehit, felaket, yoksulluk haberleri, timsah gözyaşlarıyla, yine başkalarının başına gelen başarı haberleri de tarifsiz kıskançlıkla izlenir. Neyse ki personalar dışarıya gerçek ruh halini yansıtmaz..
...Şef, büyücü gibi farklı konumda olanların, o toplulukta yaşayan çoğunluktan daha farklı statülerinin göstereni olarak bu maskeler, yine bu hiyerarşinin sonucu, ardında kalan yüzleri gizlemesinin getirdiği gizemle, statü farklarını da pekiştirmiştir.
Kişi dayatılan sahte gerçekliklerin bilincine varıp, maskelerini indirdiğinde, yüzündeki yapay nötr ifade yerini insani duruşlar olan durağanlığa bırakır. Ve ancak o zaman acılarla karşılaştığında gerçek hüzüne, mutluluk veren durumlarla karşılaştığında da gerçek sevince ulaşır.
"Modern anlatı sanatı", değerlerin olmadığı veya değerlerin yarattığı kurumların insan için doğal işlevini yitirdiği bir dünyada yaşayan, boşlukta kalan, ayağındaki toprak kayan karakterlerin, tutunma ya da tutunamama içinde geçen yaşam öykülerinin seçkisidir. 21.yy'ın insanını yetkinlikle anlatan "sinema sanatı"nın bu yukarıda anlatılan trajediyi konu almaması mümkün değildi.Ancak, düşüncesi yoğun sanatçıların, temeli tamamen felsefik düşünceye dayalı olarak kavramsallaştırdıkları sinemaya, personalarına sımsıkı sarılan çoğunluğun ne ihtiyacı verdır, ne de zamanı...
"İngmar Bergman sineması" iletişimsizliğin getirdiği boşlukta yaşayan insanların nötr ruh hallerinin dışavurumudur.Ve o çağın en büyük rahatsızlığı olan iletişimsizliği bilgelikle ortaya koyarak gelecekteki büyük tehlikelere işaret ederken, görüntülerinde yüzlere, ellere, tavırlara ve hepsiyle beraber sessizliğe dayanır.
O'nun çığlıkları karakterinde sessizlik olur..
Bu topraklarda yaşananları düşünürken, durağanlıktan bir diğer ruh haline dönüşüyor duygularım.
Kalan son ruh haline malesef bir türlü geçemiyorum.
Gizlenmiş yüzler arasında sürüp giderken yaşam,
Umut daima var!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder