Filmin projeksiyon makinasından duvara yansıyan ilk imgeleriyle beliren yazı, belki de o konuda sözün bittiği bir hüküm bildiriyordu:
" Çocukluk, aklın karanlığı ile tanışmadan önce sesler, duygular ve dokunmalardan ibarettir."
Aklın karanlığı, anne karnından dünyaya düşen insanın girdiği kültür evreninde karşılaştığı maddelerle bilincinin doğadan uzaklaştırılıp, aksinin kalmadığı bu alemi terk edene kadar devam eden süreç..
Anne baba sevgisi, özgürlük istemi, başarılı olmak amacı gibi herkeste ortak olan duygularla başlanan bilinçdışı figürler, aklın egemenliği altındaki varyasyonlarla ülkeden ülkeye, zamandan zamana, kişiden kişiye değişim göstermeye başlayacak ve her birey yaşamı kendine sunulan yönlendirilmiş arzuların ışığında ve karanlığında sürdürecek.
Kimsenin kimseye tahammülü olmadığı zamanlardan geçerken,en yakınımızdaki kişilere duyduğumuz sevgiyi ve ilgiyi sadece tesadüfen yakınımız olmayan insanlık aleminin diğer bireylerinden esirgeyerek kendi ışığımızda yaşayarak gün dolduruyoruz.
Girilen ilişkilerin, girilmeyen ilişkilere-doğmamış çocuklara- gebe olduğunu "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" romanında vurgulayan M.Kundera'ya gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıp, "başkaları cehennemdir" diyerek yanlışın altını çizen A.Camus'u doğrularcasına hükümler kuruyoruz,yaşam hakkında..
Rastlantıların çizdiği kaderin, aslında şahsiyetimiz olduğunu unutarak..
Yine de her çağın manevi tasarımı olan ve herkesi ortak duygularla buluşturarak asla gerçekleşmeyeceğini bilse de ebedi barışı-kardeşliği sağlamayı arzulayan,bilinçdışı referanslı eserlerini inatla sunan yazarlar, şairler, ressamlar , müzisyenler, yönetmenler, oyuncular ve politikacılarla zenginleşen bir dünya daima olacak..
James Joyce'nin söylediği "çağının yaratılmamış vicdanını yaratmaya giden sanatçı"ların eserlerinde bir araya gelecek mi insanlar? O eserler ki, onunla karşılaşan ve yaşantısını ona açan insanlarda artık ne öğretilmişliğin saldırganlığı, ne inançlarının farklılığı, ne yaşanmış tecrübelerin yavan boşluğu..
Sanki tüm zamanların, tüm mekanların, tüm kültürlerin ortak bilinçdışı modellerinde bir araya gelmiş gibi, o eserler karşısında sarsılmak, boşluğa düşmek, dibe vurmak, bildiğimiz herşeyi askıya almak, yeniden bir duygu ve düşün dünyası yaratmak gibi...
"Aklın karanlığı" ile tanışmadığımız o çocukluk günlerindeki dünyayla yeniden karşılaşmak..
İnsan...
Zbigniew Preisner..
Büyüdükçe aşinalığını kaybettiğimiz o saf ruhanilikle bizi tekrar ele geçiren ve bütün sözcüklerin karşısında yetersiz kaldığı seslerle düşünce dünyamızı arındıran... Yaratılmamış vicdanın sanatçılarından.
Savaşın bitmesi için açlık grevine giren Gandhi : "ama müslümanlar çocuğumu öldürdü" diyen Hinduya, "o zaman sen de hinduların babasını öldürdüğü bir müslüman çocuğunu evlat edin." der.
Düşüncenin aydınlık evrenselliği..
Kardeşlik temasında "Blue" (mavi ) filminin müziğini yapmak, aynı dünyayı arzulayan K. Kieslowski ile yol arkadaşı olmak, galiba en çok ona yakışırdı..
Dünyadaki her insanın, bizim sadece tesadüflerle girmediğimiz bir ilişkiden olduğunu bilmek..
Ölen eşinin hamile bıraktığı kadının çocuğuna kardeşlikle, "mavi" ile yaklaşmak..