Günler, haftalar, aylar, yıllar geçerken, belleğimizde geçmişten topladıklarıyla bu günkü algılarımıza davranışlarımıza yön verir.Hatırladıklarımız, aynı zamanda unuttuklarımızın diğer yüzüdür.
"Bana unuttuğun şeyi söyle sana kim olduğunu söyleyeyim" sözü, özellikle tarihsel olaylara bakışımızda, karakterimizin tahlili olarak geçerliliğini daima korur. Belleğimiz, karakterimizin savrulduğu maddeler dünyasında, bilinçli ya da bilinçsiz de olsa üzerinde düşünüp mesele olarak yaşantımıza katmadığımız, zaten değiştirmek için, bir daha yaşanmaması için parmağımızı kımıldatmayacağımız olayları siler.İşte o zaman Çorum, K.Maraş, Sivas katliamları yoktur artık düşüncelerimizde.Yoktur 12 Eylül'deki acıların yaratıcısı generaller, faili meçhuller.Yoktur daha dün Uludere'de katledilen 34 can..
Sistem mühendisleri unutturmak için kurar ideolojik taasarımlı dünyaları..Elimizden gelmez bir şey, hayat devam eder.Unutarak..İnsanlık yolundan uzaklaştırılarak ya da direnerek günler geçer, yaşlanılır
Yaşla beraber değerlendirilen geçmiş, biriktirdiğimiz kültürün ışığında eyleme dönüşür. Olgunluk, belirli olaylar karşısında daha farklı tavır aldırır insana, daha genç olanların belki de değişik saiklerle gerçekleştiremeyeceği etik düzeyde.Yaşla beraber bilgeleşme beklenir insanlardan. Ağlayarak bir şey elde edemeyeceğini anladığı zaman büyümeye başlayan, anne babası ile kavga etmeyi bıraktığı zaman da gerçekten büyüyen insandan, daha ileri yaşlarda ilişkilerinde rol model olacak bir dünya kurması beklenir .O günlük çıkar kaygıları üzerinden inandığı fikirlere,yaşadığı geçmişe, arada kalan zamanın da yardımıyla daha tarafsız baktığında , artık yaşamının temize çekildiği an gelmiştir. Para, şan, şöhret, ideoloji, kadın-erkek için girdiği o ölümüne mücadeleler şimdi, dingin ruh hali ile tekrar gözden geçirilip, deneyimlerin ışığında değerlendirilir.Evet,yaşanmıştır ve yaşanacaktır her yaşın arzuları.Eksik kaldığında yoksunluk duygusuyla devam edilemeyecektir hayata..Hatalar yapılacaktır,doğrular kadar..Ama yine de her yaşlı "geriye kalan nedir?" sorusunu sorarak gelecek günlerine anlam katar.Az ya da çok bilgeleşir.
İnsan biriktirdiği manevi dünyasını oluşturan kültürle "insan" olur.İmkanları elverdikçe okuduğu kitaplar, izlediği, katıldığı sanatsal faaliyetler, gezdiği yerler , tarihsel mekanlar, kurduğu ilişkiler ve hepsinden kalan duygu-düşünce birikimi süre yolu ile taşınarak belleğini oluşturur, karakteri olur, eylemlerine yansır.
TV'de "Güven Bana" isimli yarışmaya katılan yaşlı bir adam düşündürdü tüm bunları.Yanında ortağı olan 20 yaşındaki kıza:"güven bana, sözümün altına imza atıyorum, satmam seni, son soruya kadar gideceğiz, parayı paylaşacağız,ben tekne alacağım,sen çeyizini yap ya da okuluna harca!" laflarını söyleyen yaşlı adam, 40 bin lira için tüm sözlerini unuttu.
"Bu bir yarışma, kızım senin önünde daha uzun ömür var ,tek hakkımız kalmıştı" gibi bahanelerle küçüldükçe küçüldü.Genç kız saf bir şekilde ben size güvenmiştim, dedi.Çünkü o yaşlıydı, insanların kültürel kodlamasında yaşlılık dürüstlüktü, ahlaktı, söze bağlılıktı .. Parayı korumaya bile almamıştı,yaşlı adama o derece güvendi.
Saf kızın bir hatası vardı, üzerinde kafa yormadığı bir şey:yaşlı adamın geçmişi...Asker emeklisiydi yaşlı adam. Soruların içinde:en büyük savaş gemisini, rütbeleri, Vietnam bayrağını ve 2 cumhurbaşkanını kesin olarak, bir iki basit soruyu da gözünü kaşını yararak bildi. Ama bildikleri vatan-millet-militarist sorular kadar, bilmediklerinin de onun kişiliğinin ipuçları olduğunu saf kızımız bilmiyordu.Yaşlı adam "Robin Hood" isimli zenginlerden alıp fakirlere veren roman kahramanın adını, eseri okumayı bırak, hiç duymamıştı. Fakir-zengin ayrımı ona göre zaten gereksiz kavramlardı."Sançho Panza, Robin'in yardımcısı" olabilir mi diye sallarken, Dünya edebiyatın baş eseri Cervantes'in "Don Kişot" isimli romanından, Oscar'la ilgili soruya da: "hiç bilmediğim bir alan" derken sinema dünyasından haberi yoktu.."Nedir ki sinema-edebiyat? Karın doyurmaz ki!
Sinema -Edebiyat geleceğe ne kazandırır?
Yaşlı adam Kemalist olduğunu, Atatürkçü olduğunu arada söyleyerek güven tazeledi.Ne de olsa Atatürk'ü çok seven adamdı, güvenilir olduğu oradan belliydi...Yaşadığı kasabada Kemalist kurumlarda sosyal ilişkiler içindeydi.
Siyasetin kapladığı alanlar dışında da bellek yaşla beraber yaşamı sürekli yeniden değerlendirilir..Kaçırdığımız anların tortusu kalmıştır yüreğimizde.Zaman zaman çıkar karşımıza."ben yaşamadım" ile başlayan telaş, anıların tortusu daha çok deşilererek genişletilirse "ben hiç yaşamadım"a kadar gider.O zaman "geçmişten gelen" onu durdurmazsa, saldırır yaşlı kişi maddi dünyaya.. Arsızca...
Yarışmacı yaşlı adam hayatı boyunca yetkeci karakterin bir temsiliydi.İnandığı doğrular hep tekti.Kendini ve ailesini çok seviyor ve özellikle kendini çok beğeniyordu.Başkalarının dünyalarına, meselelerine, acılarına kapalı bir dünyası vardı..Çok kitap okuduğunu, 5 bin kitabı olduğunu, söyledi. Ama o kitapların niceliği ile niteliği arasındaki farkı hiç bilmiyordu..
Yaşlı adam hayata tutkuyla bağlıydı.Erdemleri vardı, evrensel olmayan, günlük kaygılarla bir uçtan diğer uca sallanan.Hakkettiği bir yaşam vardı daima, bir kaç adım ötesinde duran.Sözün, imzanın onun için bir önemi yoktu..Yapay sürü mantığının sıradan bir elemanı olarak doldurduğu günlerinden geriye kalan güdük, sığ bir yaşam tecrübesiydi, kimsenin dinlemeyeceği.Oysa ne kadar ders verdi tüm yarışma boyunca, ahlaksızlığın tavanında.
Varoluşçuluk felsefesinin sanatla buluştuğu noktada ilk akla gelen J.P.Sartre "Bulantı" isimli eserinde karakteri kendiyle çatıştırır : "kırk yaşına gelince o minicik inatçılıklarını tecrübe diye adlandırmışlardır...Sabırsızlanıp evlenmişler ve çocuk yapmışlardır..İyi ki yapmışlardır, geçmişlerinin boşa gitmediğine, hatıralarının bir araya gelerek ağır ağır bilgelik haline geldiğine inandırmak isterler sizi..Kulanışlı geçmiş! Cep geçmişi!Güzel özdeyişlerle dolu küçük yıldızlı kitap."
"Üzerimize yapıştırılan etiketlerle geçen yaşam", o yaşam hakkında sorgulayıcı paradoks mantığına ulaşamayan insanda kendine söylediği yalanlarla örülür: "dürüstüm, iyi bir babayım, ahlaklıyım,işimi iyi yapıyorum".. Hayatı boyunca, C.Pavase'nin dediği gibi: " başkalarının sabahlarına uyanan" yaşlı adam, inandığı kendi yalanları ile gündelik yaşamda sık sık çıkar karşımıza.
Bir kez bile özünün kaybını hissetmeyen, tüm öğretilmişliği askıya alıp hazır bulduğu değerler üzerine bir defa düşünmeyen,sorgulamayan sığ bir yaşlı, karşısında bilgisi kıt bir genç kızdan yarın unutacağı bir hayat dersi alıyor: Ama ben size güvenmiştim..
Tüm okulları başarı ile bitirmiş, hiç bir soruyu bilmeyen genç yarışmacı da sadece yük olarak taşıdığı eğitim dünyamızın kuru bilgilerinin zararını bir defa daha yaşıyor.Okuduklarını içselleştirebilseydi, diyalektik düşüncenin eseri olan tarihi-edebiyatı-sanatı anlayabilseydi, o yaşlı adamın geçmişini öğrendiği halde sonuçta bu kadar şaşırmayacaktı.Bilecekti geçmişin, hakkında karar verilmesi gereken bir kavram,olduğunu..
Yaşlılık kimsenin elinde olmayan bir durum..Peki ya karaktersizlik ?
İnsan nasıl "güzel insan" olarak yaşlanır? İnsan belleği ile yarınlarına ne taşır?
Hiç karşılaştırılmamaya çalışılan ideal kültür dünyasında,her gün kalabalıkların karanlık ideolojisinde, nasıl güzel insan olabiliriz ki? Günbe gün yaşlanırken günbe gün zorlaşıyor bu..
Yarışmacı yaşlı adam sinema tarihinde sık sık yapılan "tüm zamanların en iyi filmleri" sıralamasında çevrildiği tarihten itibaren ilk üçe giren, çoğu kez de ilk sırada olan "Yurttaş Kane" filmini muhtemelen hiç duymadı.Amerika'nın en zengin yaşlı adamının ölürken ağzından dökülen" rosebud" kelimesinin anlamını,filmdeki diğer karakterler gibi hiç bilmedi.Mültümilyarlık bir servetin sahibinin ölmeden önce bütün servet gözünde anlamını yitirdiğinde, yoksul çocukluğunda bindiği kızağın adı olan "rosebud" kelimesinde neden takılı kaldığını merak da etmedi.Bu filmi, buna benzer filmleri, buna benzer temanların işlendiği edebiyatı,müziği,sohbetleri,ilişkileri hiç deneyimlemedi..üzerinde düşünmedi..
Tıpkı bu filmin senaristi-yönetmeni O.Welles'in ölmeden önce yaptığı tek şarkıyı dinlemediği gibi.Yaşlı bir adamın genç birine söylediği anlam dolu sözler yine onun dağarcığında, inançlarında, kitaplarında, yakın arkadaşlarında, yaşamında hiç olmadı..Yine o şarkıyla karşılaşmasa da o nitelikte başka eserlerle de karşılaşmadı, karşılaştıysa da kulakları, gözleri kapalıydı..
Yaşlı yarışmacının beşbinlik kütüphanesi ona "rütbe-cumhurbaşkanı-bayrak-savaş gemisi soruları"nı bilmesini sağladı..Ve o bilgiler ona büyük para kazandırdı..
Peki ya parayı kazandığı gece aynı anda kaybettikleri..İşte onu da hiç bilmedi..Bilmeyecek..
Bellek yarınlara taşır yaşanmışlıkların, bilgilerin oluşturduğu kültürü...
Hatırlarız yaşadığımız dünyanın gerçekleri unutturmaya çalışsa da zengin değerleri..O değerlerin ışığında istesek de unutamayız soykırımları, savaşları, darbeleri, faili (belli) meçhulleri, katliamları...Ve Sevgiyi, merhameti, dostluğu, adaleti, iyiliği, dürüstlüğü..
Yaşlanacağız..Ömrümüz yeterse..Kaçınılmaz bu.
Ya kaçınmamız gereken şeyleri nereden öğreneceğiz?
Orsan Welles "Yurttaş Kane" filmini çektiğinde sadece 26 yaşındaydı. Amerikan tarihinin, kapitalizmin derin ifşası bir yana,yaşlı bir adamın duygularına bu derece hakim olmak 26 yaş için büyük bir yetenekti.Yukarıdaki tek şarkısını söylediğinde ise artık usta yaşlanmıştı ve o şarkıyı söylemekle gençliğinde o filmi çekebilecek yeteneği olduğunu bir daha ispatladı.
Şarkının klibindeki görüntülerin sahibi ise İspanyol yönetmen Alejendro Amenabar."İçimdeki Deniz" filmini çektiğinde 30'lu yaşların başındaydı..Ötenazi hakkını almak için girilen hukuk mücadelesinde asıl anlatılan yaşamın nasıl yaşanması gerektiği,yaşamın ne olduğu.
Onlar insanlık adına yaşamın görünen gerçeğini parçalayıp önümüze sunarken bize düşen onlarla karşılaşma anlarının sayısını arttırmak ve biraz eserlerin üzerinde düşünmek.
Sonra da yaşlanmak..