27 Ekim 2013

Perdedeki Işık



Karanlık sinema salonun  beyaz perdesinde beliren  imgeler, varlığını tam arkamızdan gelen ışık demetine borçluydu.

İnsanlık tarihi boyunca sanatçılar özgürlüğün ve ilerlemenin  sanatsal  metaforu olarak sözcüklerinde  ve görüntülerinde  çoğu kez aynı kavramı yardıma çağırdı:aydınlık!..

Perdede yaratılan hareketin  ancak ışık huzmesiyle oluşması,sinema sanatının kendi  doğasının yüklediği bir sorumluluğa işaret ediyor olabilir mi? Platon'un metaforik mağarasında, arkalarındaki nesnelerin ışık oyunlarıyla  yansıdığı duvara bakan zincire mahkum insanlar için, asıl gerçekliğin mağara dışında olduğu iddiası, düşünce yoğun zihinlerden atılalı çok zaman oldu."Sinema perdesindeki ışık oyunları değil, asıl  gerçek salondan çıktığımız anda başlayan dışarıdaki dünyadır"  iddiası, sinemayı sanat yapan,sinemada felsefi derinliğe ulaşan yönetmenlerin aydınlığında çürüğe çıktığı gibi..

Dış dünyanın "büyük öteki" tarafından kurgulanmış sahteliğine yardım eden  20.yy'ın sözcüklerinin ve 21.yy'ın  tüm imgelerinin başat kaotikliğinde, insan gerçeğe giden yolu nasıl bulacaktı? "Işık" (sinema) maddeler dünyasının  asıl gerçeğini nasıl  yansıtacaktı?

"Sanatın yaşamı değil, yaşamın sanatı taklit etmesi gerekir"  derken Oscar Wilde, belki de gerçek sanatçıya trajik sorumluluğunu anlatıyordu.

Karanlığı  göstermeden aydınlığı anlatamayacaklarının bilincinde olan sanatçılar, bu 2 olgunun salınımında, uygarlık tarihinde düşünce dizgeleri gelip geçerken gerçeğe de  algılamayla  değil, bilgiyle ulaşılacağını,  eserlerinde bir defa daha ispatlıyorlardı.

O eserlerden biri "Siyah"(Black.Yön.Sanjay Bhansali.) Karanlık bir dünyadan, bilginin sihirli değneğini tutan öğretmen aracılığıyla nasıl aydınlığa çıkılacağının öyküsü.

R.Bresson başarılı eserlerin esas şartı olan ilkeyi tek bir cümlede açıklar:"konu sadece bir araçtır, önemli olan onunla ne yaptığınızdır?"
Bu yüzden ana fikri dahil, yöntemini hiç bir sahnede hiçbir sinematografik öğe ile belli etmeyen yönetmenlerin yarattığı  alt metinlerle zengin filmler, kültür tarihinde yaşamaya devam etmektedir.

"Siyah" filmi  sadece gösterdiklerinden ibaret olmayan, algısallıktan bilgisel sıçramaya geçtiğimizde yaşantı yolumuzla zenginleşen bir eser.

 Bebekliğinden itibaren kör-sağır bir kızın, Michelle'in öyküsü.

Nietzche'nin " eğer herhangi bir şeye yaşantı yoluyla kapalıysan, gözlerin kulaklarında kapalıdır" hükmünün  herkes için görüntü diline dönüştürülmüş bir göstergesi ile karşılaşıyoruz.

Michelle'nin kör-sağır kız olarak kurgulanan araçsal temsili, bizleri kendi dünyamızda da bir yolculuğa çıkarıyor.Korunaklı sığınaklarımızda, önce ebeveynlerin, sonra sistem mühendislerinin, yasaların, uygulayıcıların  gözetimine kulaklarımızın duyduğu her sesin , gözlerimizle gördüğümüz her imgenin gerçekliği zihnimizde anında kabul görüyor.Ta ki bizi sarsan bir olayla karşılaşana kadar..Gezi parkı olaylarında çoğunluğun:"biz on yıllardır haberleri, Doğu'daki savaşı bu televizyonlardan, bu gazetelerden mi izliyor öğreniyorduk!" dedikleri gibi..Sonra yine derin bir engellilik hali, flört ettiğimiz sonuçlar, çıkarlarımıza, düşüncelerimize  uymayan başka olaylarla karşılaşacağı zamanlara kadar..

Tıpkı kör-sağır Michelle'nin yaşadığı ev gibidir,  yaşanılan mekanlar.. Eşyaların yeri bellidir çarpmamamız için ve  kötü tesadüfler yaşamamız için  karşımıza neyin ne zaman  çıkacağı bellidir.Caddeler, sokaklar, duraklar,iş yerleri, lokantalar, kafeler, kurumlar! Michelle gibi,sınırlı yetilerimizle, öğrenebildiğimiz kadar   bize öğretilenler belli, çerçevesi kalın çizilmiş cemaatler içinde dost-düşman, öteki belli. Ahlak, namus, din, politika..Tüm değerler hakkında belletilenler belli.Egemenin niyeti belli!

Bizden önce toplumsal yararlılık ilkesi uyarınca, çıkarlarımız uyarınca bize  kazandırılmış, zihniyetimize kazılmış duygu ve düşünce kalıplarının statikliğinde el yordamı ile sanki kör-sağır ilerliyoruz..Bunları değiştirmeye çok gücümüz yok..Belki de imkansız...

Bir gün Michelle'in karşısına  öğretmen Debraj  çıkar, elinde sadece bilginin sihri vardır. Michel'in odasını, eşyalarını, şehrini, karşılaşacağı insanları değiştir.Ama önce kelimelerin sihrini öğretir.Her sözcüğün farklı anlama geldiğini öğretir.Tek "imkansız" sözcüğünü öğretmez. Michelle ise sonsuz bilgiyle karşılaştığında zaman zaman yorulacak, umutsuzluğa kapılıp, düşecektir; herkes gibi..

Kendi sessiz karanlığında güvence içinde yaşayan Michelle'in aydınlığa ulaşmak için ödeyeceği büyük bedeller vardır. Umudunu kaybettiği anlarda hep soracaktır kendine:"daha yukarı çıkmak için düşmeye değer mi?İmkansızı bilincimizden yaşantımızdan atmak için, bu kadar acı çekmeye değer mi?" Gözü kulağı gören herkes gibi, o da soracaktır kendine..

Ötekinin dünyasını öğrenmek! Bir gün tüm kazanımları sorgulayarak yeni değerler için gerekirse çevremizdeki maddeleri değiştirmek..Yollara düşmek..Pavase'nin dediği gibi, "birden bire  düşmemek için uçurumlara,  düşmeyi göze almak." Söylenmekten- mızmızlıktan vazgeçip, artık söylemeye geçmek!

 Michelle,boynuna takılan zincirli çandan, bilgi ile kurtulurken, öğretmeni Debraj ise,  yıllar sonra tüm bildiklerini unutturan  alzehimer   hastalığının pençesinde, bir hastane odasında yatağa yine zincirle bağlı olarak karşısına çıkacaktır.Zincirlerden kurtulmak, hayvan gibi içgüdülerin yönlendirdiği  karanlık yaşamlardan bilincin dünyasına adım atmak için gereken şeydi,bilmek!

Sözcüklerden sözcüklere geçerken ,aradaki basamakların fazlalığı ile   ancak bir düşünceyi kavramsallaştırılabilir, ancak o şekilde ideal sonuçlara ulaşabiliriz..Dostluktan, düşmanlığa veya aşktan  nefrete tek bir basamakta geçilen günlerin karanlığı dolduruyor ömürlerimizi..

"Siyah" filmini izledik,zavallı Michelle'in karanlıkla, sessizlikle örülü  dünyasından çıkması için ne kadar mücadele etmesi gerekiyor,diyerek onun adına  üzüldük!

Oysa filmde düşen, kalkan, ağlayan, mücadele eden kız, sadece bir temsilciydi..

Tam karşıdan gelen ışık huzmesi perdeyi aydınlatıyordu..

Perdede bir kız ve bir öğretmen vardı;vekaleti bizler adına kullanan..