Karanlık sinema salonun beyaz perdesinde beliren imgeler, varlığını tam arkamızdan gelen ışık demetine borçluydu.
İnsanlık tarihi boyunca sanatçılar özgürlüğün ve ilerlemenin sanatsal metaforu olarak sözcüklerinde ve görüntülerinde çoğu kez aynı kavramı yardıma çağırdı:aydınlık!..
Perdede yaratılan hareketin ancak ışık huzmesiyle oluşması,sinema sanatının kendi doğasının yüklediği bir sorumluluğa işaret ediyor olabilir mi? Platon'un metaforik mağarasında, arkalarındaki nesnelerin ışık oyunlarıyla yansıdığı duvara bakan zincire mahkum insanlar için, asıl gerçekliğin mağara dışında olduğu iddiası, düşünce yoğun zihinlerden atılalı çok zaman oldu."Sinema perdesindeki ışık oyunları değil, asıl gerçek salondan çıktığımız anda başlayan dışarıdaki dünyadır" iddiası, sinemayı sanat yapan,sinemada felsefi derinliğe ulaşan yönetmenlerin aydınlığında çürüğe çıktığı gibi..
Dış dünyanın "büyük öteki" tarafından kurgulanmış sahteliğine yardım eden 20.yy'ın sözcüklerinin ve 21.yy'ın tüm imgelerinin başat kaotikliğinde, insan gerçeğe giden yolu nasıl bulacaktı? "Işık" (sinema) maddeler dünyasının asıl gerçeğini nasıl yansıtacaktı?
"Sanatın yaşamı değil, yaşamın sanatı taklit etmesi gerekir" derken Oscar Wilde, belki de gerçek sanatçıya trajik sorumluluğunu anlatıyordu.
Karanlığı göstermeden aydınlığı anlatamayacaklarının bilincinde olan sanatçılar, bu 2 olgunun salınımında, uygarlık tarihinde düşünce dizgeleri gelip geçerken gerçeğe de algılamayla değil, bilgiyle ulaşılacağını, eserlerinde bir defa daha ispatlıyorlardı.
O eserlerden biri "Siyah"(Black.Yön.Sanjay Bhansali.) Karanlık bir dünyadan, bilginin sihirli değneğini tutan öğretmen aracılığıyla nasıl aydınlığa çıkılacağının öyküsü.
R.Bresson başarılı eserlerin esas şartı olan ilkeyi tek bir cümlede açıklar:"konu sadece bir araçtır, önemli olan onunla ne yaptığınızdır?"
Bu yüzden ana fikri dahil, yöntemini hiç bir sahnede hiçbir sinematografik öğe ile belli etmeyen yönetmenlerin yarattığı alt metinlerle zengin filmler, kültür tarihinde yaşamaya devam etmektedir.
"Siyah" filmi sadece gösterdiklerinden ibaret olmayan, algısallıktan bilgisel sıçramaya geçtiğimizde yaşantı yolumuzla zenginleşen bir eser.
Bebekliğinden itibaren kör-sağır bir kızın, Michelle'in öyküsü.
Nietzche'nin " eğer herhangi bir şeye yaşantı yoluyla kapalıysan, gözlerin kulaklarında kapalıdır" hükmünün herkes için görüntü diline dönüştürülmüş bir göstergesi ile karşılaşıyoruz.
Michelle'nin kör-sağır kız olarak kurgulanan araçsal temsili, bizleri kendi dünyamızda da bir yolculuğa çıkarıyor.Korunaklı sığınaklarımızda, önce ebeveynlerin, sonra sistem mühendislerinin, yasaların, uygulayıcıların gözetimine kulaklarımızın duyduğu her sesin , gözlerimizle gördüğümüz her imgenin gerçekliği zihnimizde anında kabul görüyor.Ta ki bizi sarsan bir olayla karşılaşana kadar..Gezi parkı olaylarında çoğunluğun:"biz on yıllardır haberleri, Doğu'daki savaşı bu televizyonlardan, bu gazetelerden mi izliyor öğreniyorduk!" dedikleri gibi..Sonra yine derin bir engellilik hali, flört ettiğimiz sonuçlar, çıkarlarımıza, düşüncelerimize uymayan başka olaylarla karşılaşacağı zamanlara kadar..
Tıpkı kör-sağır Michelle'nin yaşadığı ev gibidir, yaşanılan mekanlar.. Eşyaların yeri bellidir çarpmamamız için ve kötü tesadüfler yaşamamız için karşımıza neyin ne zaman çıkacağı bellidir.Caddeler, sokaklar, duraklar,iş yerleri, lokantalar, kafeler, kurumlar! Michelle gibi,sınırlı yetilerimizle, öğrenebildiğimiz kadar bize öğretilenler belli, çerçevesi kalın çizilmiş cemaatler içinde dost-düşman, öteki belli. Ahlak, namus, din, politika..Tüm değerler hakkında belletilenler belli.Egemenin niyeti belli!
Bizden önce toplumsal yararlılık ilkesi uyarınca, çıkarlarımız uyarınca bize kazandırılmış, zihniyetimize kazılmış duygu ve düşünce kalıplarının statikliğinde el yordamı ile sanki kör-sağır ilerliyoruz..Bunları değiştirmeye çok gücümüz yok..Belki de imkansız...
Bir gün Michelle'in karşısına öğretmen Debraj çıkar, elinde sadece bilginin sihri vardır. Michel'in odasını, eşyalarını, şehrini, karşılaşacağı insanları değiştir.Ama önce kelimelerin sihrini öğretir.Her sözcüğün farklı anlama geldiğini öğretir.Tek "imkansız" sözcüğünü öğretmez. Michelle ise sonsuz bilgiyle karşılaştığında zaman zaman yorulacak, umutsuzluğa kapılıp, düşecektir; herkes gibi..
Kendi sessiz karanlığında güvence içinde yaşayan Michelle'in aydınlığa ulaşmak için ödeyeceği büyük bedeller vardır. Umudunu kaybettiği anlarda hep soracaktır kendine:"daha yukarı çıkmak için düşmeye değer mi?İmkansızı bilincimizden yaşantımızdan atmak için, bu kadar acı çekmeye değer mi?" Gözü kulağı gören herkes gibi, o da soracaktır kendine..
Ötekinin dünyasını öğrenmek! Bir gün tüm kazanımları sorgulayarak yeni değerler için gerekirse çevremizdeki maddeleri değiştirmek..Yollara düşmek..Pavase'nin dediği gibi, "birden bire düşmemek için uçurumlara, düşmeyi göze almak." Söylenmekten- mızmızlıktan vazgeçip, artık söylemeye geçmek!
Michelle,boynuna takılan zincirli çandan, bilgi ile kurtulurken, öğretmeni Debraj ise, yıllar sonra tüm bildiklerini unutturan alzehimer hastalığının pençesinde, bir hastane odasında yatağa yine zincirle bağlı olarak karşısına çıkacaktır.Zincirlerden kurtulmak, hayvan gibi içgüdülerin yönlendirdiği karanlık yaşamlardan bilincin dünyasına adım atmak için gereken şeydi,bilmek!
Sözcüklerden sözcüklere geçerken ,aradaki basamakların fazlalığı ile ancak bir düşünceyi kavramsallaştırılabilir, ancak o şekilde ideal sonuçlara ulaşabiliriz..Dostluktan, düşmanlığa veya aşktan nefrete tek bir basamakta geçilen günlerin karanlığı dolduruyor ömürlerimizi..
"Siyah" filmini izledik,zavallı Michelle'in karanlıkla, sessizlikle örülü dünyasından çıkması için ne kadar mücadele etmesi gerekiyor,diyerek onun adına üzüldük!
Oysa filmde düşen, kalkan, ağlayan, mücadele eden kız, sadece bir temsilciydi..
Tam karşıdan gelen ışık huzmesi perdeyi aydınlatıyordu..
Perdede bir kız ve bir öğretmen vardı;vekaleti bizler adına kullanan..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder