Bir yönetmenin izinden gitmek ne anlama gelir?
Hayal dünyasını nakış
nakış işleyerek bize sevdiren bir sanatçının
müttefiki olmak yaşantımıza neler katar?
Çocukluğundan itibaren biriktirdiklerini, en geniş anlamıyla
zihniyetinin tüm kanallarını,
filmlerinde sınırlandırılmış bir yaşamın öykü parçacığını araç olarak kullanıp dışa vuran bir yönetmenden etkilenmek ve temalarını / karakterlerini rol model olarak bilincimize almak
ilişkilerimize nasıl yansır?
Yönetmenliğini Taron Lexton’un yaptığı “Fellini’nin Peşinde” (İn Search of Fellini)
filminden geriye bize kalan bu düşünceler.
Küçük yaşlarından itibaren kendi yarattığı kurmaca
dünyasında yalnız şekilde var olmayı tercih eden ve siyah-beyaz televizyonda
izlediği filmlerin yarattığı düşlerde yaşayan Lucy’nın tesadüfen İtalyan Yönetmen Federico
Fellini’nin filmleri ile karşılaşması ile
tüm dünyası değişir. Sihirli sözcük
"karşılaşma"dır; ancak bu karşılaşmanın gelip geçiciliğini
ortadan kaldıran, diğer herhangi bir karşılaşmadan ayıran ise karşılaşan kişinin kültürel dünyası ile ona
verdiği tepkidir.
Lucy hissettiği ama
sözcüklere ve eylemlere dökemediği yaşantı deneyimlerinin ve arzularının somut yansımalarını karşılaştığı Fellini
filmlerinde bulur. Artık tek bir isteği vardır; deha ile tanışmak! Bu amaçla
İtalya’ya doğru yola çıkar ve her
yolculuk izlekli başarılı filmler
gibi Lucy için bu sadece fiziksel mekan
değişikliklerinden ibaret bir yolculuk olmayacak, yol boyunca yaşadığı
çatışmalar ile ister istemez kendi iç dünyasında da değişimler oluşacaktır.
Sinema düşüncelerin temsili ise, temsil edilen düşüncenin
anlaşılır ve sevilir olması bizim hayata yüklediğimiz anlamlarla da ilgilidir.
Oysa ne hazin bir gerçekliktir ki inandığımız değerlerin inandığımız şekillerde
temsilini bulduğumuz filmlerle bir arpa boyu yol alamayız ve mutlu huzurlu korunaklı
limanlarımızda öylesine bir dalgınlıkla yaşamaya devam ederiz. Oysa savunmasız
bırakarak gücünü daha iyi anladığımız
değerleri sorgulayan filmlerle çıktığımız filmsel zaman / mekan yolculuğu sonunda artık yolun başındaki kişi
değilizdir; o yönetmen de asla izi tamamen unutulacak bir yönetmen değildir.
Dışarıdaki dünyanın aslında görünen dışında çok daha farklı bir gerçeklik
taşıdığına inanarak çıkıldığında yönetmenin (filmlerinin) karşısına,
işte o karşılaşma sihir yaratır sıradan akıp giden yaşantılarda.
Sinemasal anlamda devrim niteliğinde bir içerik ve biçim
değişikliğine yol açarak dünya sinemalarını etkileyen İtalyan Gerçekçilik
Akımı’nın 40’ların sonlarına doğru yine İtalya’da coşkusunu yitirdiği zamanlarda ortaya çıkan F.Fellini, ilk zamanlarda akımın
etkisi altında kalarak çektiği filmlerden sonra 1960’larda gerçekliği aşan ve
kendi hayal dünyasını yansıtan filmlerle tekrar döner. “Sinema nedir?” sorusuna
“düşlerin belirli bir düzene sokulmasıdır” diyerek yanıt veren Fellini,
düşleriyle gerçekliği harmanladığı filmlere imza atar. Özellikle burjuvazinin
görünen dünyasının derinindeki
çarpıklıklara yönelttiği kamerası
ve ele aldığı bu konuları, klasik olay örgüsü formundan uzak bir şekilde
absürd olay örgüsü ile anlatması sonucu
sinema tarihinde müstesna bir yere sahip olur. Bu tarz bir sinemasal
anlayışın seveni olduğu kadar ve hatta daha çok sevmeyeninin de olacağı
açıktır. Özellikle “Tatlı Hayat” ve “8.5” filmleri ile ününü pekiştiren
Fellini’nin klasik anlatıma en yakın
filmlerinden olan “Sonsuz Sokaklar”
karakterimiz Lucy’in de en çok etkilendiği filmi olur. Filmin ana karakteri
olan (Anthony Quinn’in canlandırdığı)
sirk cambazına benzer birisini
görmesi ve kısa bir süre onu
takip etmesinden sonra kendini Fellini filmlerinin toplu gösterildiği bir
festivalin kapısında bulur. Biraz sonra beyaz perdede karşılaşacağı imgeler
tıpkı onun dünyasında var olduğu gibidir: hayal ile gerçekliğin sentezi ile
deneyimlenen yaşantılar. Film boyunca
Lucy’i Sonsuz Sokaklar’daki kadın karakterin kıyafetine benzer bir kıyafetle
görürüz.
Karşısına çıkan karakterler ve onların sürüklediği ilişkiler
Fellini filmlerinin metaforları gibidir; ve Lucy’in karşılaştığı her olay ve
her karakter sanki Fellini’nin hayal dünyasının perdeden yaşama inmiş temsilcileridir.
Film biçimsel olarak bu bir parça absürd dünyaya hizmet edecek şekilde kamera
hareketleri, ışık ve kurgu ile de
desteklenir.
Lucy bu kimi zaman çılgın ve absürd kimi zaman ise
gerçekliğin somut durumlarında yaşadığı deneyimlerle geçen zaman aralığında daha fazla bilgi artı deneyim kazanarak
büyür. Aşık olur, ayrılık acısı yaşar, taciz edilir, sokaklarda parasız kalır
ama asla pes etmez; her defasında daha fazla güçlenerek çıkar ilşkilerden.
Doğduğu ve büyüdüğü kasabada bıraktığı
kanser hastalığı sebebiyle son anlarını
yaşayan annesi ve teyzesi onu daha iyi tanıyabilmek için odasında buldukları
Fellini’nin filmlerini izlerler; “bana
sevdiğin öyküleri söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”, der gibi. Annesi ve
teyzesi daha önce hiç çalışmayan, hiç
aşk yaşamayan, hiç dışarıda kalmayan ve 20 yaşında olup 13 yaşında gibi
davranan Lucy’i artık merak etmeyi bırakırlar.
Öyküler farkında olalım ya da olmayalım yaşantımızın en
önemli işlevlerinden birisini yerine getirir: değerlerin değer olarak sürmesi!
Çocukluğumuzdan itibaren masallar dinleyerek başlayan algılama-bilgilenme
serüveni, hemen ardından haberlerle,
anlatı sanatlarıyla, birbirimize anlattığımız yaşadığımız geçmiş olaylarla,
beklentilerin ,hayallerin dile getirilmesiyle
vs sürer gider. Acaba hangi öykülerin izinde gittik? ”Öykü
erozyonu değerler erozyonunu getirir.” (R.McGee)
Neden bir öyküyü diğer öykülerden daha çok severiz? Neden
bir yönetmeni diğer yönetmenlerden daha ayrı bir yere koyarız? Yaşamımızda
farkında olmadan hangi öykünün ana karakterini model alır, hangi öyküdeki
arzunun peşinde yol alırız? “Yılmaz Güney’e benzemiyorum; çünkü Yılmaz Güney
bana benziyor” diyen çocuk, zamanında hep benzemeye çalıştığımız Yeşilçam
Sineması karakterlerinin çoğunun işlevsizliğini daha nasıl anlamlı
anlatabilirdi.
Öykü anlatıcısı hiç bilmediğimiz bir dünyada bizi bize
anlatır; o dünyada kendi varoluşsal gerçekliğimizle karşılaşırız. Onun
yarattığı kurmaca / gerçek
karakterlerinin izinde özgürlüğün nereden, nasıl geldiğini görürüz.
Tıpkı Federico Fellini için hazırlanan belgeselde söylendiği gibi “ O bize
tekrar ışığa kavuşturabilecek olan sihri ve ruhani gücü gösterdi.”
Yapmamız gereken tek şey karşılaşmalara belirli bir düşünce
yapısı ile hazır olmak! Yoksa daha çok
filmler, romanlar okunduğu ve izlendiği
anda içeriği boş bir kapak isminden ibaret olarak belleğimizde yük
olarak kalır ve her içsel / dışsal yolculuk başlamadan sonlanır!
FİLMİN KÜNYESİ:
İsim
: İn Search Of Fellini
Yönetmen : Taron Lexton
Yapım Yılı
: 2017
Ülke
: ABD
Oyuncular :
Ksenia Solo, Mario Bella, Enrico Oeticer, Mary Lyyn
Müzik
: David Campbell
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder