12 Temmuz 2018

FELLİNİ'NİN İZİNDE



Bir yönetmenin izinden gitmek ne anlama gelir?

Hayal dünyasını  nakış nakış işleyerek bize sevdiren bir sanatçının  müttefiki olmak yaşantımıza neler katar?

Çocukluğundan itibaren biriktirdiklerini, en geniş anlamıyla zihniyetinin tüm kanallarını,  filmlerinde sınırlandırılmış bir yaşamın öykü parçacığını  araç olarak kullanıp  dışa vuran bir yönetmenden  etkilenmek ve temalarını / karakterlerini  rol model olarak bilincimize almak ilişkilerimize nasıl yansır?

Yönetmenliğini Taron Lexton’un yaptığı  “Fellini’nin Peşinde” (İn Search of Fellini) filminden geriye bize kalan bu düşünceler.

Küçük yaşlarından itibaren kendi yarattığı kurmaca dünyasında yalnız şekilde var olmayı tercih eden ve siyah-beyaz televizyonda izlediği filmlerin yarattığı düşlerde yaşayan Lucy’nın  tesadüfen İtalyan Yönetmen Federico Fellini’nin filmleri ile karşılaşması ile  tüm dünyası değişir. Sihirli sözcük  "karşılaşma"dır; ancak bu karşılaşmanın gelip geçiciliğini ortadan kaldıran, diğer herhangi bir karşılaşmadan ayıran  ise karşılaşan kişinin kültürel dünyası ile ona verdiği tepkidir.

 Lucy hissettiği ama sözcüklere ve eylemlere dökemediği yaşantı deneyimlerinin ve arzularının  somut yansımalarını karşılaştığı Fellini filmlerinde bulur. Artık tek bir isteği vardır; deha ile tanışmak! Bu amaçla İtalya’ya doğru yola çıkar  ve her yolculuk izlekli  başarılı filmler gibi  Lucy için bu sadece fiziksel mekan değişikliklerinden ibaret bir yolculuk olmayacak, yol boyunca yaşadığı çatışmalar ile ister istemez kendi iç dünyasında da değişimler oluşacaktır.

Sinema düşüncelerin temsili ise, temsil edilen düşüncenin anlaşılır ve sevilir olması bizim hayata yüklediğimiz anlamlarla da ilgilidir. Oysa ne hazin bir gerçekliktir ki inandığımız değerlerin inandığımız şekillerde temsilini bulduğumuz filmlerle bir arpa boyu yol alamayız ve mutlu huzurlu korunaklı limanlarımızda öylesine bir dalgınlıkla yaşamaya devam ederiz. Oysa savunmasız bırakarak gücünü daha iyi anladığımız  değerleri sorgulayan filmlerle çıktığımız  filmsel zaman / mekan  yolculuğu sonunda artık yolun başındaki kişi değilizdir; o yönetmen de asla izi tamamen unutulacak bir yönetmen değildir. Dışarıdaki dünyanın aslında görünen dışında çok daha farklı bir gerçeklik taşıdığına inanarak çıkıldığında yönetmenin (filmlerinin)  karşısına,  işte o karşılaşma sihir yaratır sıradan akıp giden yaşantılarda.

Sinemasal anlamda devrim niteliğinde bir içerik ve biçim değişikliğine yol açarak dünya sinemalarını etkileyen İtalyan Gerçekçilik Akımı’nın 40’ların sonlarına doğru yine İtalya’da  coşkusunu yitirdiği zamanlarda  ortaya çıkan F.Fellini, ilk zamanlarda akımın etkisi altında kalarak çektiği filmlerden sonra 1960’larda gerçekliği aşan ve kendi hayal dünyasını yansıtan filmlerle tekrar döner. “Sinema nedir?” sorusuna “düşlerin belirli bir düzene sokulmasıdır” diyerek yanıt veren Fellini, düşleriyle gerçekliği harmanladığı filmlere imza atar. Özellikle burjuvazinin görünen dünyasının derinindeki  çarpıklıklara yönelttiği kamerası  ve ele aldığı bu konuları, klasik olay örgüsü formundan uzak bir şekilde absürd olay örgüsü ile anlatması sonucu  sinema tarihinde müstesna bir yere sahip olur. Bu tarz bir sinemasal anlayışın seveni olduğu kadar ve hatta daha çok sevmeyeninin de olacağı açıktır. Özellikle “Tatlı Hayat” ve “8.5” filmleri ile ününü pekiştiren Fellini’nin  klasik anlatıma en yakın filmlerinden  olan “Sonsuz Sokaklar” karakterimiz Lucy’in de en çok etkilendiği filmi olur. Filmin ana karakteri olan  (Anthony Quinn’in canlandırdığı) sirk cambazına benzer birisini  görmesi  ve kısa bir süre onu takip etmesinden sonra kendini Fellini filmlerinin toplu gösterildiği bir festivalin kapısında bulur. Biraz sonra beyaz perdede karşılaşacağı imgeler tıpkı onun dünyasında var olduğu gibidir: hayal ile gerçekliğin sentezi ile deneyimlenen yaşantılar.  Film boyunca Lucy’i Sonsuz Sokaklar’daki kadın karakterin kıyafetine benzer bir kıyafetle görürüz.

Karşısına çıkan karakterler ve onların sürüklediği ilişkiler Fellini filmlerinin metaforları gibidir; ve Lucy’in karşılaştığı her olay ve her karakter sanki Fellini’nin hayal dünyasının perdeden yaşama inmiş temsilcileridir. Film biçimsel olarak bu bir parça absürd dünyaya hizmet edecek şekilde kamera hareketleri, ışık ve kurgu  ile de desteklenir.

Lucy bu kimi zaman çılgın ve absürd kimi zaman ise gerçekliğin somut durumlarında yaşadığı deneyimlerle  geçen zaman aralığında  daha fazla bilgi artı deneyim kazanarak büyür. Aşık olur, ayrılık acısı yaşar, taciz edilir, sokaklarda parasız kalır ama asla pes etmez; her defasında daha fazla güçlenerek çıkar ilşkilerden. Doğduğu ve  büyüdüğü kasabada bıraktığı kanser hastalığı sebebiyle  son anlarını yaşayan annesi ve teyzesi onu daha iyi tanıyabilmek için odasında buldukları Fellini’nin filmlerini izlerler;  “bana sevdiğin öyküleri söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”, der gibi. Annesi ve teyzesi  daha önce hiç çalışmayan, hiç aşk yaşamayan, hiç dışarıda kalmayan ve 20 yaşında olup 13 yaşında gibi davranan Lucy’i artık merak etmeyi bırakırlar.

Öyküler farkında olalım ya da olmayalım yaşantımızın en önemli işlevlerinden birisini yerine getirir: değerlerin değer olarak sürmesi! Çocukluğumuzdan itibaren masallar dinleyerek başlayan algılama-bilgilenme serüveni, hemen ardından  haberlerle, anlatı sanatlarıyla, birbirimize anlattığımız yaşadığımız geçmiş olaylarla, beklentilerin ,hayallerin dile getirilmesiyle  vs  sürer gider.  Acaba hangi öykülerin izinde gittik? ”Öykü erozyonu değerler erozyonunu getirir.” (R.McGee)

Neden bir öyküyü diğer öykülerden daha çok severiz? Neden bir yönetmeni diğer yönetmenlerden daha ayrı bir yere koyarız? Yaşamımızda farkında olmadan hangi öykünün ana karakterini model alır, hangi öyküdeki arzunun peşinde yol alırız? “Yılmaz Güney’e benzemiyorum; çünkü Yılmaz Güney bana benziyor” diyen çocuk, zamanında hep benzemeye çalıştığımız Yeşilçam Sineması karakterlerinin çoğunun işlevsizliğini daha nasıl anlamlı anlatabilirdi.

Öykü anlatıcısı hiç bilmediğimiz bir dünyada bizi bize anlatır; o dünyada kendi varoluşsal gerçekliğimizle karşılaşırız. Onun yarattığı kurmaca / gerçek  karakterlerinin izinde özgürlüğün nereden, nasıl geldiğini görürüz. Tıpkı Federico Fellini için hazırlanan belgeselde söylendiği gibi “ O bize tekrar ışığa  kavuşturabilecek olan  sihri ve ruhani gücü gösterdi.” 

Yapmamız gereken tek şey karşılaşmalara belirli bir düşünce yapısı ile  hazır olmak! Yoksa daha çok filmler, romanlar okunduğu ve izlendiği  anda içeriği boş bir kapak isminden ibaret olarak belleğimizde yük olarak kalır ve her içsel / dışsal yolculuk başlamadan sonlanır!

FİLMİN KÜNYESİ:

İsim                    : İn Search Of Fellini
Yönetmen           : Taron Lexton
Yapım Yılı          :  2017
Ülke                    : ABD
Oyuncular           : Ksenia Solo, Mario Bella, Enrico Oeticer, Mary Lyyn
Müzik                  : David Campbell




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder