20 Temmuz 2018

ODA






Evrende bir odadan ibaret bir evde yaşamak zorunda kalsaydık, ne hissederdik? Ve bu mekanın dışında, başka  insanlar , başka canlılar, başka bir bilgi;  yani en geniş anlamda  başka bir yaşam   olduğunu  bilmeseydik,  bedensel ve fikirsel özgür olmak için  mücadele eder miydik?
Peki ya bilseydik? Özgürce en az bir kere yaşasaydık, artık odada (!) yaşamaya devam edebilir miydik?

Yönetmenliğini Lenny Abrahamson’un yaptığı “ Room”  filmi 7 yıl önce kaçırılıp, dış dünyadan tamamen izole edilmiş bir odaya hapsedilen ve orada kendisini kaçıran Nick tarafından sürekli tecavüze uğrayan Joy ile o tecavüzlerin sonucunda dünyaya getirdiği Jack ‘in özgürlük mücadelesini anlatır.  Joy,  oğluna evrenin kozmolojik açıklamasını mitlerle yaparken ( bizim öğrendiklerimizden ne kadar da farklı ), sadece yeryüzüne, odanın kültürel evrenine nasıl düştüğünü, yani nasıl doğduğunu doğru anlatır. Amacı, tıpkı bizim ruhsal sağlığımızı düşünen egemenlerin ideolojik aygıtları ile gerçekleştirdiği gibi, bu küçük dünyada   gerçekliğin  maniple edilerek sorunsuz yaşanmasını sağlamaktır.

Tüm bu sanal gerçeklikler Joy tarafından,  Jack büyüyüp artık anlatılanlar hakkında illiyet bağı kuracak yaşa yani   5 yaşını doldurduğu  güne kadar sürdürülür. Daha önce   tüm hayatın  eve yiyecek getiren  Nick’le birlikte  kendilerinden  ve bulundukları mekandan ibaret olduğunu  söyleyen  Joy,  o gün Jack’a  artık büyüdüğünü ve gerçekleri öğrenmesinin zamanı geldiğini  söyler.  Oysa o ana kadar, gece odaya geldiği zamanlarda  dolabın içinde kaldığı için  hiç temas kurmadığı   Nick’in  totaliter düzenini algılayamayan Jack'in , birkaç basamakta   gerçeklerle tanışacak  gücü yoktur. Joy’un aksine,  ruhun ve aklın gelişimi için  en doğru gıdayı verecek özgürlüğün   gösterenleri   ile karşılaşmamış, dolayısıyla da zihninde onunla ilgili tahayyüller oluşmamıştır. 

Jack ilk defa duyduğu  gerçeklere tepki gösterir, annesine bağırır, hakaret eder,“bana başka bir hikaye anlat, bunu değil” ,“senin kokuşmuş dışarıdaki dünyana inanmıyorum”,der.Tıpkı tüm zamanlarda yaşanan gerçekliğin  bilgisi  ve  imgelemi ile karşılaşan yığınların , düzenimiz  bozulacak korkusuyla yaptıkları hareketler ve söyledikleri sözler  gibi.Tıpkı  zamanının yaratılmamış düşünce akımlarını ortaya koyduklarında en ağır yaptırımlara maruz kalan  özgür düşünce insanlarına davranıldığı gibi..
Ve Joy’un gösterdiği  küçük  tavan penceresinin üstüne  düşmüş sararmış  yaprağa: “bu sarı, gerçek değil, yaprak yeşildir” diyen Jack, diyalektik materyalist  felsefi düşüncenin  açıkladığı maddenin özündeki  değişimi reddeder, büyük çevrelerde küçük dünyalarının metafizik düşünce bataklığında yaşayarak yaşamı okuyanlar  gibi.

Jack bir süre sonra istemese de, özdeşleştiği tek canlı olan annesine bir parça hak verir;  onun tehlikeli kaçış planına harfiyen uyarak   evden ölü taklidi yapar ve  gömülmek üzere halının içinde ilk kez dışarı çıkar. Kim bilir belki de tekrar doğmak (!)  için önce hiçliğe dalmak gerekir; tıpkı nihilistler gibi, tıpkı varoluşçu felsefenin izinde yaşamın anlamını tekrar bulmak için bir defa sembolik ölümü yaşamak gerekir,  diyenler gibi.

Kamyonetin arkasında halının içinden dışarıya yani karanlıktan aydınlığa çıkan Jack’in ilk gördüğü, daha önce odanın tavanından küçük bir parçasını gördüğü gökyüzünün ne kadar  geniş ve ne kadar aydınlık  olduğudur. Özgürlük  yakıcıdır, Jack’ın gözler  kamaşır. Özgürlük şaşırtıcıdır,Jack allak bullak olur. Jack ancak bedel ödeyerek  özgürlüğüne kavuşmuştur;herkes gibi..
Verdiği zeki yanıtlar ile polisin evi bulmasını ve annesinin de kurtulmasını  sağlar..Artık dışarıdadırlar ve  ikisi de özgürdüler…Özgür! Acaba!

Platonun tarihin ilk metaforik anlatımı olarak da kabul edilen mağara alegorisinde, bir grup yerli karanlık bir mağarada ayakları birbirlerine zincirlere bağlı olarak dururlar. Arkalarında yanan ateşin aydınlattığı mağarada kendilerin ve etraftaki nesnelerin gölgeleri karşılarındaki duvara yansır. Onlar bu imgeleri gerçek sanır;  oysa mağaradan çıkabilseler artık o imgelerin asıl gerçekliğine kavuşacaktırlar. Peki, ama ya dışarıdaki özgürlük de bir yanılsama ise?

 Marks’ın “katıksız hiçlik” dediği, ideolojiler tarafından yapılandırılan kurum ve kurallar ile ebedi ve doğal gösterilen her şey. Ve bu olgularla yönlendirilmiş yaşamlar içinde olan birey,  tek başına gerçeğe giden yolu nasıl bulacak? Odalarda kalmayarak dışarıya çıkıldığında, başka yerler, başka ülkeler insanı gerçek anlamıyla özgür kılmaya yetecek midir? Ruhun yükleri olan sorgulanmaksızın kabul edilmiş değerler, insanın özgürlüğe kavuşmasında ne derece engeller yaratacaktır. Büyük babanın tecavüz mahsulü olmasını unutamayarak bir kere dahi olsa torunu Jack’e bakamaması,  öğretilmiş ahlakın yarattığı bir vicdan tutsaklığı olacaktır. Gerçekten özgür olmak için yeniden değerlendirilmesi gereken ahlak!

Peki ama iyi-kötü, ahlaklı –ahlaksız vs dışarıdan bakarak, sonuçlarla flört edilerek o kadar kolay anlaşılabilen değerler midir? TV muhabirinin Joy’a , “çocuğunuz Jack doğunca tecavüz edene, onu dışarıda güvenilir bir yere bırak en azından, niye demediniz?"  sorusu, iyilik ve kötülüğün durumların doğası ile değiştiğinin bir belirtisi olarak görünür. Mükemmel bir anne olan Joy’un,  Jack’i belki de hiç çıkamayacağı ebedi bir mahkumiyete sokarken çıkarı neydi? Doğru ya da yanlış ahlaklı ahlaksız şeklinde hemen yapıştırılan yaftalar, analitik çözümlemelere girildiğinde ne kadar da yetersiz kalır.
Özgür yaşam içinde Jack kısa bir sürede gerçek sağlığına kavuşurken, Joy ise ne garip bir tezattır ki küçük odanın aksine yavaş yavaş akıl sağlığını, moral değerlerini yitirmeye başlayacak ve bu durum intihara teşebbüs aşamasına kadar varacaktır.

Finalde tekrar bir kere daha görülmek üzer gidilen odanın küçüklüğü Jack’i çok şaşırtır; çünkü artık dışarıdaki dünya ile tanışılmıştır. Kapı kapalı olmayınca oda olmuyor ki der. Ama Joy’un “ kapıyı kapatmamı ister misin?” sorusuna “ hayır” der. Artık o kapı hiç kapanmayacaktır. Çünkü insan  bir defa özgürlüğü tatmıştır. İnsan “ özgürlüğe mahkûmdur.”

Jack,  odanın içinde yaşarken, kavramsal düşüncenin henüz oluşmadığı ilk çağlarda doğa ile özdeşleşmiş halde yaşayan ilkel insanların, doğanın fenomenleri ile girdiği canlı doğrudan ilişkide olduğu gibi, gördüğü her şeyin bir ruhu olduğuna inanmakta,  odanın içindeki her nesneyle konuşmaktaydı. Oysa şimdi başka bir zamanın, başka bir çağın çocuğudur. Yine de odadan son kez ayrılırken geride kalan tüm eşyalara “elveda” der. En geniş çerçevede İnanç olmadan edinilmiş bilgiler, eninde sonunda insanın manevi dünyasını kupkuru mu yapacaktır?

Evrende bir odadan ibaret bir evde yaşamak zorunda kalsaydık, ne hissederdik? Ve bu mekanın dışında, başka  insanlar , başka canlılar, başka bir bilgi;  yani en geniş anlamda  başka bir yaşam olduğunu  bilmeseydik,  bedensel ve fikirsel özgür olmak için  mücadele eder miydik?

Peki ya bilseydik?

Filmin Künyesi:


Yönetmen              : Lenny Abrahamson
 Eser                       : Room
Yazar                     : Emma Donuhue
Müzik                      : Stephan Reniks
Oyuncular              : Brie Larson, Jacob Tremblay, Joan Allen
Tür                         : Dram, Gerilim
Ülke                       : Kanada, İrlanda.2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder