Evrende bir odadan ibaret bir evde yaşamak zorunda
kalsaydık, ne hissederdik? Ve bu mekanın dışında, başka insanlar , başka canlılar, başka bir
bilgi; yani en geniş anlamda başka bir yaşam olduğunu
bilmeseydik, bedensel ve fikirsel
özgür olmak için mücadele eder miydik?
Peki ya bilseydik? Özgürce en az bir kere yaşasaydık, artık
odada (!) yaşamaya devam edebilir miydik?
Yönetmenliğini Lenny Abrahamson’un yaptığı “ Room” filmi 7 yıl önce kaçırılıp, dış dünyadan
tamamen izole edilmiş bir odaya hapsedilen ve orada kendisini kaçıran Nick
tarafından sürekli tecavüze uğrayan Joy ile o tecavüzlerin sonucunda dünyaya
getirdiği Jack ‘in özgürlük mücadelesini anlatır. Joy,
oğluna evrenin kozmolojik açıklamasını mitlerle yaparken ( bizim
öğrendiklerimizden ne kadar da farklı ), sadece yeryüzüne, odanın kültürel
evrenine nasıl düştüğünü, yani nasıl doğduğunu doğru anlatır. Amacı, tıpkı
bizim ruhsal sağlığımızı düşünen egemenlerin ideolojik aygıtları ile
gerçekleştirdiği gibi, bu küçük dünyada
gerçekliğin maniple edilerek
sorunsuz yaşanmasını sağlamaktır.
Tüm bu sanal gerçeklikler Joy tarafından, Jack büyüyüp artık anlatılanlar hakkında
illiyet bağı kuracak yaşa yani 5 yaşını
doldurduğu güne kadar sürdürülür. Daha
önce tüm hayatın eve yiyecek getiren Nick’le birlikte kendilerinden
ve bulundukları mekandan ibaret olduğunu
söyleyen Joy, o gün Jack’a
artık büyüdüğünü ve gerçekleri öğrenmesinin zamanı geldiğini söyler.
Oysa o ana kadar, gece odaya geldiği zamanlarda dolabın içinde kaldığı için hiç temas kurmadığı Nick’in
totaliter düzenini algılayamayan Jack'in , birkaç basamakta gerçeklerle tanışacak gücü yoktur. Joy’un aksine, ruhun ve aklın gelişimi için en doğru gıdayı verecek özgürlüğün gösterenleri ile karşılaşmamış, dolayısıyla da zihninde
onunla ilgili tahayyüller oluşmamıştır.
Jack ilk defa duyduğu
gerçeklere tepki gösterir, annesine bağırır, hakaret eder,“bana başka
bir hikaye anlat, bunu değil” ,“senin kokuşmuş dışarıdaki dünyana
inanmıyorum”,der.Tıpkı tüm zamanlarda yaşanan gerçekliğin bilgisi
ve imgelemi ile karşılaşan
yığınların , düzenimiz bozulacak
korkusuyla yaptıkları hareketler ve söyledikleri sözler gibi.Tıpkı
zamanının yaratılmamış düşünce akımlarını ortaya koyduklarında en ağır
yaptırımlara maruz kalan özgür düşünce
insanlarına davranıldığı gibi..
Ve Joy’un gösterdiği
küçük tavan penceresinin
üstüne düşmüş sararmış yaprağa: “bu sarı, gerçek değil, yaprak
yeşildir” diyen Jack, diyalektik materyalist
felsefi düşüncenin açıkladığı
maddenin özündeki değişimi reddeder,
büyük çevrelerde küçük dünyalarının metafizik düşünce bataklığında yaşayarak
yaşamı okuyanlar gibi.
Jack bir süre sonra istemese de, özdeşleştiği tek canlı olan
annesine bir parça hak verir; onun
tehlikeli kaçış planına harfiyen uyarak
evden ölü taklidi yapar ve
gömülmek üzere halının içinde ilk kez dışarı çıkar. Kim bilir belki de
tekrar doğmak (!) için önce hiçliğe
dalmak gerekir; tıpkı nihilistler gibi, tıpkı varoluşçu felsefenin izinde
yaşamın anlamını tekrar bulmak için bir defa sembolik ölümü yaşamak
gerekir, diyenler gibi.
Kamyonetin arkasında halının içinden dışarıya yani
karanlıktan aydınlığa çıkan Jack’in ilk gördüğü, daha önce odanın tavanından
küçük bir parçasını gördüğü gökyüzünün ne kadar
geniş ve ne kadar aydınlık
olduğudur. Özgürlük yakıcıdır,
Jack’ın gözler kamaşır. Özgürlük
şaşırtıcıdır,Jack allak bullak olur. Jack ancak bedel ödeyerek özgürlüğüne kavuşmuştur;herkes gibi..
Verdiği zeki yanıtlar ile polisin evi bulmasını ve annesinin
de kurtulmasını sağlar..Artık
dışarıdadırlar ve ikisi de
özgürdüler…Özgür! Acaba!
Platonun tarihin ilk metaforik anlatımı olarak da kabul
edilen mağara alegorisinde, bir grup yerli karanlık bir mağarada ayakları
birbirlerine zincirlere bağlı olarak dururlar. Arkalarında yanan ateşin
aydınlattığı mağarada kendilerin ve etraftaki nesnelerin gölgeleri
karşılarındaki duvara yansır. Onlar bu imgeleri gerçek sanır; oysa mağaradan çıkabilseler artık o imgelerin
asıl gerçekliğine kavuşacaktırlar. Peki, ama ya dışarıdaki özgürlük de bir
yanılsama ise?
Marks’ın “katıksız
hiçlik” dediği, ideolojiler tarafından yapılandırılan kurum ve kurallar ile
ebedi ve doğal gösterilen her şey. Ve bu olgularla yönlendirilmiş yaşamlar
içinde olan birey, tek başına gerçeğe
giden yolu nasıl bulacak? Odalarda kalmayarak dışarıya çıkıldığında, başka
yerler, başka ülkeler insanı gerçek anlamıyla özgür kılmaya yetecek midir?
Ruhun yükleri olan sorgulanmaksızın kabul edilmiş değerler, insanın özgürlüğe
kavuşmasında ne derece engeller yaratacaktır. Büyük babanın tecavüz mahsulü
olmasını unutamayarak bir kere dahi olsa torunu Jack’e bakamaması, öğretilmiş ahlakın yarattığı bir vicdan
tutsaklığı olacaktır. Gerçekten özgür olmak için yeniden değerlendirilmesi
gereken ahlak!
Peki ama iyi-kötü, ahlaklı –ahlaksız vs dışarıdan bakarak,
sonuçlarla flört edilerek o kadar kolay anlaşılabilen değerler midir? TV
muhabirinin Joy’a , “çocuğunuz Jack doğunca tecavüz edene, onu dışarıda
güvenilir bir yere bırak en azından, niye demediniz?" sorusu, iyilik ve kötülüğün durumların doğası
ile değiştiğinin bir belirtisi olarak görünür. Mükemmel bir anne olan
Joy’un, Jack’i belki de hiç çıkamayacağı
ebedi bir mahkumiyete sokarken çıkarı neydi? Doğru ya da yanlış ahlaklı
ahlaksız şeklinde hemen yapıştırılan yaftalar, analitik çözümlemelere
girildiğinde ne kadar da yetersiz kalır.
Özgür yaşam içinde Jack kısa bir sürede gerçek sağlığına
kavuşurken, Joy ise ne garip bir tezattır ki küçük odanın aksine yavaş yavaş
akıl sağlığını, moral değerlerini yitirmeye başlayacak ve bu durum intihara
teşebbüs aşamasına kadar varacaktır.
Finalde tekrar bir kere daha görülmek üzer gidilen odanın
küçüklüğü Jack’i çok şaşırtır; çünkü artık dışarıdaki dünya ile tanışılmıştır.
Kapı kapalı olmayınca oda olmuyor ki der. Ama Joy’un “ kapıyı kapatmamı ister
misin?” sorusuna “ hayır” der. Artık o kapı hiç kapanmayacaktır. Çünkü
insan bir defa özgürlüğü tatmıştır.
İnsan “ özgürlüğe mahkûmdur.”
Jack, odanın içinde
yaşarken, kavramsal düşüncenin henüz oluşmadığı ilk çağlarda doğa ile
özdeşleşmiş halde yaşayan ilkel insanların, doğanın fenomenleri ile girdiği
canlı doğrudan ilişkide olduğu gibi, gördüğü her şeyin bir ruhu olduğuna
inanmakta, odanın içindeki her nesneyle
konuşmaktaydı. Oysa şimdi başka bir zamanın, başka bir çağın çocuğudur. Yine de
odadan son kez ayrılırken geride kalan tüm eşyalara “elveda” der. En geniş
çerçevede İnanç olmadan edinilmiş bilgiler, eninde sonunda insanın manevi
dünyasını kupkuru mu yapacaktır?
Evrende bir odadan ibaret bir evde yaşamak zorunda
kalsaydık, ne hissederdik? Ve bu mekanın dışında, başka insanlar , başka canlılar, başka bir
bilgi; yani en geniş anlamda başka bir yaşam olduğunu bilmeseydik,
bedensel ve fikirsel özgür olmak için
mücadele eder miydik?
Peki ya bilseydik?
Filmin Künyesi:
Yönetmen
: Lenny Abrahamson
Eser : Room
Yazar
: Emma Donuhue
Müzik : Stephan Reniks
Oyuncular : Brie Larson, Jacob Tremblay, Joan Allen
Tür
: Dram, Gerilim
Ülke
: Kanada, İrlanda.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder