16 Nisan 2012

Yaşamın Sanatı:Sinema




Sinemayı tanımlamaktaki kolaylığın aksine, izlediğimiz filmdeki görüntülerin dile getirilmesindeki güçlük, çoğu zaman filmin bizde yarattığı hislerin  tarifi zor  anılarımızla ilgili olmasındandır.

Barışın peliküle aktarılmış hali, gerçekleşmeyeceği bilinse de  umudu "umut" olarak taşımayı sağlar.Sinema,insanın unuttuğu/ unutabileceği arzuların hatırlatıcısıdır.

Kıyamet sahnesi ile bitmedikten sonra, izleyicisine "ışıklar yandı, artık bu öykünün gerisini sen kendi yaşam anlayışınla tamamla" diyen sanattır.

Bütün değerlerin  başka  insanlar tarafından yaratılan, tarihsel, yapay ve  ebedi olmayan niteliklerini gösterip, artık kendi çağında sen de gerekirse kendi değerlerini kur, diyen sanattır.

Sinema, insana bakıştır. Hiç tanımadığın bir zamanda, uzamda, hiç tanımadığın kişiler arasında, hatta tam ortasında o insanlarda kendini bulmaktır.

Hiç bir olgunun, fenomenin gören gözden bağımsız olmayacağını bilecek kadar saygıdeğer dünya görüşünün taşıyıcısıdır. Anlam, nesne ile ilişkiye giren özneyi dikkate alınmadan kurulamaz ve "ben"den bağımsız bir anlamla doğru hükümlere varılamaz ise, görünenin kendinde yarattığı anlama saygı, o görünene bakan başka varlıkları anlamakla idealize olur.Sineme, evrensel hoşgörü idealine ulaşmak düşüncesinin estetik biçimle dışavurumudur.

Zaman, sadece yaşamı kaplayan bir atmosfer değil , üzerinde düşünülmesi gereken en önemli gerçeklikse, sinemasal her öykü zaman içinde karakterin nasıl değiştiği ile ilgilidir. O halde yaşarken karşılaştığın tüm sorunlarda, zamanın yaşamsal etkisini/önemini  hesaplamayı gösteren sanattır.

Sinema, "İşte bende böyle düşünüyorum" kadar, "aslında ben bu kavram hakkında hiç böyle düşünmemiştim", diye  bütün bildiklerimizi askıya alan sanattır. İçsel hesaplaşmadır yeri geldiğinde

Sinema, R.Barthes'in edebiyatta sözcükler  için söylediğini değiştirirsek: "bir çekimden başka bir çekime geçerken bizi bir düzeyden başka bir düzeye götürendir."


Hiç görmediğimiz, hiç tanımadığımız  insanların bize ne kadar benzediğini görmektir, evrensel yakınlıktır, şovenizme karşı olmaktır.

 Mizahın amaç değil, araç olarak yaşamımızda her an bulundurmamız gerekli olan  incelik  olduğunu  gösterendir.

Sinemada bütün iyi öykülerde "Mac Guffin" yöntemi vardır;karakterler bir şeyin peşinde koşarken aslında anlatılan yaşanan süreçlerdir.İşte en temelde Mac Guffin tekniği:"yaşam gömülemez,insan yaşamı başka değerlere feda edilemez"dir. Ve bu yüzden yaşamımızda sonuçlara odaklanırken,  neleri ertelediğimizi gösteren sanattır, sinema.

Irıs Murdoch'un dediği gibi," özgürlük düşündüğünüz kadar önemli değildir!Eğitim de öyle.İnsan eğitimli ya da özgür olduğu için mutlu olmaz; ama eğitim bizi özgürleştirir.Işığın nereden geldiğini gösterir, kulaklarımızı, gözlerimizi açar." İşte sinema- düşündüğümüz kadar olmasa da aksini yaşayamayacağımızdan- özgürleşmek isteyen insana, ışığın nereden geldiğini gösteren bir eğitim aracıdır.

Kafası karışık olmayan tehlikeli insanları göstererek, kafa karışıklığının, fenomenolojik yöntemle dünyayı bilmede olmazsa olmaz ideal insanlık koşulu olduğunun altını çizendir. Ele aldığı konuda kafası karışık olmayan izleyicinin kafasını karıştıran sanattır.

Sinema, bayrak yarışına çıkan atletler gibi, birbirinin sorumluluğunu taşıyan karakterlerin  yaşadığı bir olay örgüsünü anlatır. O karakterler ki, izleyicinin sorumluluğunu taşıyan yönetmenin dünya görüşünü taşır.Zahiri zaman, sadece oyuncunun  perdede görünmediği anlarla sınırlı değildir, izleyici kendi zamanını, kendi varlığını perdede görünmezken dahi görür.Sinema izleyicisinin zahiri zamanını onun özgürlüğü için taşıyandır.

Arzuların peşinde koşan insana, her sabah Pavase'nin söylediği gibi:"başlangıç duygusunu yitirmemeyi" hatırlatandır.

Sinema, gündelik yaşamdaki açmazları, öğretilmiş sahte değerleri sorgulatmak için yaşama yakın olmak zorundadır.Yaşama yakınlık: sessizliği, yavaşlığı, durgunluğu getirir doğal olarak.Varoluşsal kaygılar perdede aksiyonel çekimlerle, yavan diyaloglarla, parlak ışık, duvardan duvara müzik ve hızlı kurgu ile anlatılamaz.Sinema dünyasında ne aradığını bilen izleyici, kaygılarının, korkularının, eylemlerinin sevinçlerinin izdüşümünde perdede gördüğü ile eğlenir."Eğlenmek en temel işlevse", Brecht'in de zamanında ifade ettiği gibi, çağın insanı,  üstün nitelikli sanat eserleri ile  eğlenir..

Sinema, salondan çıktıktan sonra izleyicinin içindeki hafiflik, tarifsizlik, varolmak ne güzel diyen bir ruh halidir.

Sinema görüntülerini, izlediğimiz zaman ki yaşların duygularıyla, belleğimizde geleceğe taşıyandır.


Salonlar yavaş yavaş yerini evdeki küçük aptal kutusunda bırakırken,  ışığı,sesi,görüntüsü dev perdede kalan, anılarımızın yıkılmayan  cennetidir..






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder