Ve zaten gerçek anlamda sevmek ve sevmemek de bir insanı tanımakla başlamaz mıydı?..
Tanıdıklarımızla mekansal ve zamansal ortak yaşam içindeki beraberliğimizde sevmek / sevmemek duygu ve düşüncesi, birbirini, açıklanabilir sebeplerle, ikame edip duruyordu.
Oysa aynı evi paylaştıklarımız ya da sabah gördüğümüzde "günaydın", gün batımında eve girmeden önce "iyi akşamlar", dediğimiz o yüzlerin dışında, toplum olabilmemiz için hiç tanımadığımız, belki de hiç tanışmayacağımız insanları da sevmemiz veya sevmememizin kişisel çıkarımıza uygun olduğuna inandırılmamız gerekiyordu. Bu görev görünüşte saf, masum ideolojilere düşüyor ve "onlar"ın bizi diğerleriye, çevremizdeki imgeleri zihnimizde istedikleri tarzda göstergeye dönüştürüp, tanıştırması gerekiyordu.
Toplum denen sosyolojik gerçeklik, bireyin içinde yaşamak zorunda kaldığı insanlar arası ilişkilerden oluşuyor ise, o insanlarla tanışmadan anlaşmamız için geçmişte yaşanılan, bu gün de yaşanılacak olan "kaderde, sevinçte ortak", günlerimiz olmalıydı. O günlerin algılarımızda değer statüsüne yükseltilmesi, belki de herbirimizin tek tek başaracağı bir zihinsel yaratım olamayacağını düşünen "sistem mühendisleri", yarattıkları vatan-din-millet-bayrak,aile- adalet vb sembollerin gölgesinde aynı çemberin içinde olmamız gerektiğine inandırdılar bizi..O çember ki içindeki bireyin kurallara itaat ettikçe çoğu kez birey olmaktan uzaklaştığı, "ben"in yerine "biz"in aldığı iğdiş edilmiş ruhsuzlukla örülü ince bir çizgiyle çevriliydi. Çember içinde kalma oyunu , çemberdekilerin sisteme hiç kapanmayan, ödemekle bitmeyen borçlarını yaratan kurallardan oluşmuştu. Çocukluğumuzda oynadıklarımız gibi, sportif karşılaşmalardaki gibi, aynı amaçla bir araya gelinen, toplumsal aidiyet duygusuyla hareket eden, belirli amaçları olan cezalı, kazanmalı, kaybetmeli bir ilişkiler bütünüydü yaşananlar .. Mızıkçılık yaptığımızda,"oynamam" dediğimizde karşılığının "biz"in kınaması ile başlayan, "ben"in vicdan azabından geçen ve oyunu kuran ideolojinin yaşamımızdan neleri,ne şekilde alacağının tahmin bile edilemeyeceği yere kadar uzanan bir oyun!
Yükümlülüklerin sebebi ve sonucu olan değerler , bireylere bırakılacak kadar önemsiz gerçeklikler değildir.Toplumlarla birlikte yaşayabilmesi için değerlerin/kuralların her zaman onaylanması, hatırlanması gerekir.Ve hakim ideoloji, sadece belirli zamanlarda değil, her an yapılması gereken bu plebisit için gereken en önemli öğeyi: ortak düşmanları yarattı.Hiç bir şey, karşıtı olmadan yaşayamazdı.Sevgi çemberimizin dışında kalanlar tehlikeliydi.Aynı cemaatin içinde tanımadan birbirimizi sevebilmek, anlaşabilmek için artık hiç tanımamamız , anlaşmamamız gereken, farklı değerlere sahip ortak düşmanlarımız vardı.Birlikte aynı ülküyle başardığımız zaferlerimiz, kutlanması gereken bayramlarınız, her an hatırlanması gereken geçmiş kutsal günlerimiz ve tabi ki unutmamız gereken "utanç günlerimiz" vardı..Doğal dilimiz ortak, uğruna kan dökülen topraklarımnız ortak, inançlarımız, şarkılarımız ortaktı. Sevmek buydu işte.A. Camus'un dediği gibi:"Cehennem ise ötekiydi"..Ötekiler de zaten çemberlerini yaratmamış mıydı?..
Night Şhyamalan imzalı "Köy" (The Village) filmi, yaşanan bu çemberlerle örülü dünyanın mikro düzeyde yeniden yaratımı.Mikro milliyetçiliğin, makro inançların azgınlıkta sınır tanımadığı, yaşanan hiç bir felaketin dersinin alınmadığı bir dünyada, metonomik bir yaratımla insan soyunun doğasında olan id'in kaçınılmaz tahribatından korunmak isteyen bir küçük topluluk, kendilerine ortak bir geçmiş, ortak bir zaman, mekan ve ona bağlı değerler yaratır.Günümüzden bir kaç yüzyıl önce yaşayan ve dünyanın neresinde olduğu belli olmayan "Köy"ün yani çemberin dışı tehlikelidir. Dışarıda kötülük , uğursuzluk vardır."Köy"de herkesin uymak zorunda olduğu kurallar varolup, önemli kararlar da meclis benzeri bir yapılanmada yaşlıların onayıyla alınır.Metafizik inançlar yaşayanların ruhlarında huzur sağlar,Tanrıya inanç sonsuzdur..
Oysa biliriz, sınırlı yetileriyle yaşayan insan başkalarına muhtaçtır.Ve kötülük, küçük toplulukta, herşeyin kontrol altına alındığı bu dünyada da insanı bulur, vurur. Yine biliriz,insanın en temel arketipleri olumlu değerlerden oluşmaz.O öğretilmişliğin dışında anne babasını, çocuğunu seven, sebepsiz iyilik eden vb kadar, yine öğretilmişliğin dışında kazanmak isteyen, gücünü başkaları üzerinde kullanmaktan zevk alan, aşık olduğu kişiyi kaybettiğinde kötülük yapabilen vb dir. "Köy" aşk için işlenen suçla sarsılır.Her suç, "topluma yöneltilen bir tehdit", bir darbe ise, o toplumun görünüşteki birliği de beklenmedik bu suçla sarsılır. Çözüm; gören gözlerin (!) istemeden de olsa yarattığı kaosun dışına çıkan kör bir kızın, gönül gözüyle çıktığı yolculukta yaralı sevgilisine getireceği ilaçlara bağlıdır.
Ormandan çıkışta kör kızın göremediğini izleyici görür.N.Şhyamalan "6.His" filminde yaptığı final süprizinin bu defa daha anlamlı, daha derin felsefesini "Köy" filminde sunar. Ve ele aldığı konuyu kavramsallaştırarak anlatan tüm filmler gibi, yaygınlığı, izleyicisi azalır. Ve gene bu yüzden hafif lokma "6.His" filmini seven hayranlarını hayal kırıklığına uğratır.
Finalde ortaya çıkan büyük sürpriz : yaşanan olayların, iktidar sahibi yaşlıların köyde yarattığı tarihsel manipulasyon ile , geçmiş yüzyıllarda değil, günümüzde geçtiği gerçeğidir.
Sahip olunan tüm kazanımların ellerimizin altından bir anda yok olduğu modernite yaşamlarda , sevdiklerini cinayete kurban veren ailelerin bir araya gelip yarattıkları saf masum modernite öncesi "Köy" dür karşımızda duran. Ve "köy" cinayete teşebbüs ile sarsılır.Filmde gördüğümüz ve gerçekte yaşadığımız iktidar sahipleri tarafından yaratılan metafizik korkutmaların, din dayatmalarının, tarihsel çarpıtmaların, yasak renklerin, yasal renklerin, kapılara atılan çizgilerin, ahlak buyurganlığında yaratılmak istenen yeni aziz ve azize gençlerin , oluşturulan kuralların, tamamen iyi niyetli amaçlarla da olsa - ki ideologlar da her şeyi toplumların iyiliği için düşünür ve gerçekleştirmezler mi zaten- çözümsüzlüğünde son çare: kompleks yapısıyla yine insandır.
Hangi amaçla olursa olsun, kendisinden başka hiçbir temele bağlanmayan "özgürlüğe " mahkum insan.Yıkan, yokeden ; ama yine yapan, yaşatan insan..Kaosun kaynağı, çözümün kaynağı "İnsan"..
Aynı mahallede oturmadığımız, aynı sıraları paylaşmadığımız, aynı cemaat kültürü içinde, aynı sembollerde kavuşmadığımız, aynı dili konuşup, aynı bayramları kutlamadığımız, aynı liderlere tapıp, aynı marşları haykırarak söylemediğimiz sanatçıların çektiği, hiç tanımadığımız mekanlarda, tanımadığımız karakterler arasında, yaşamadığımız zamanlarda geçen; ama içinde kendimizi bulduğumuz filmler.....
Night Shyamalan Hindistan doğumlu genç bir yönetmen.
Dünyanın uzak bir yerinde, hiç tanımadığım, hiç tanışmayacağım bu Hintli'ye sarılıyor, sarılıyor, sarılıyorum..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder